Emir Hepoğlu

Palmalife Style

Sevgili Özlem’le birlikte geçtiğimiz hafta sonunda Bodrum’a bir eğitim çalışması için gittik. İşlerimiz bitince o ziyaret ben ise muhabbet adına Yalıkavak yoluna vurduk kendimizi.

Onun kuzenleri birkaç yıldır Yalıkavak'ta yaşamakta, illa uğramam lazım dedi, tamam dedim. Hiç şikayet etmedim, zira benim de her Bodrum seyahatimde Gümüşlük ile birlikte vazgeçilmez uğrak yerimdir bu sevimli mahalle. Ve benim bir gün Bodrum’a gelip yerleşmeme de sebep olacak yegane muhittir, bundan da adım gibi eminim.

2012 yılına kadar köy olarak anılırken Muğla büyükşehir olunca mahalle statüsü kazandı Yalıkavak. Ne değişti, iyi mi yoksa kötü mü oldu ayrı tartışma mevzusu. Önemli olan an itibari ile bu güzel beldeyi yaşamaktı benim için. Öyle de oldu zaten.

Meşhur Palmarina’da kısa bir akşam yemeğinin ardından Özlemi kuzenlerine kavuşturmak üzere yolcu ettim. Hemen ardından meşhur marinanın içine doğru İskele Alabanda yapıp hızlıca yoluma koyuldum. Ha unutmadan merak edenler için yazıyorum; asla nerede ne yediğimizi ve adet olduğu üzere kaç para hesap ödediğimizi yazıp sonra da çok pahalıydı ama demeyeceğim, bilginiz olsun.

Hemen turizmci gözüyle çevreyi irdeleyip bir dolu teknik konuyla canınızı da sıkacak değilim. Palmarina’nın müthiş güzel ve detaylı bir web sitesi var oradan tüm fasiliteler hakkında bolca bilgi almak mümkün, açın bakın.



Benim derdim buradaki yaşam formunu gözlemlemekle ilgili. Zira burada yaşamını sürdüren canlılar öyle alelade tipler değil, yani sokakta filan görmenizin imkanı ihtimali yok. Belki bir kısmının muhtelif zamanlarda Nişantaşı civarında gözlemlenmesi mümkün, ama sadece o kadar. Az biraz bu gezegenden değillermiş gibi bir hava sezinledim, şüphelendim yani.

Yani Palmarina aslında gizli bir uzay üssü olsa gerek, devasa boyutta Yatlarında birer uzay gemisi olduğunu düşünün, yılın belirli aylarında atmosferi delerek gezegenimize giriş yapıp Ege’nin serin sularına yumuşak iniş yapmaktalar. Biraz deniz, biraz güneş sonrasına ver elini başka bir galaksinin başka tatil beldeleri filan. Kuvvetle muhtemel böyle bir durum var burada.

Herkes çok şık, çok slim fit, tarz, herkesin bir olayı var. Yani zenginlik paçalardan akmakta, sizin anlayacağınız boş yok. Hatta karşıdan gelen yaşlı amcanın pabuçları satsak benim tüm kredi borçlarını öderiz o kadar söyleyeyim.

100 civarında ya da biraz üzerinde mağaza var. Hepsi birbirinden pahalı ve kaliteli ürünler satmakta. Kendime bir hasır şapka arıyorum, hani şu orijinal Havana Hat dediklerinden. Hasır şapka deyip geçmeyin onun bile bir tarzı bir orjinalliği var, öyle her yerden alınmaz.

İsmi lazım değil bir kaç farklı markayı satan mağazanın birine kapağı atıyorum. Zira vitrinde çok şık, tam benim aradığım tarzda birkaç şapka görüyorum. Şık giyimli ve bakımlı tezgahtarlardan biri ( pardon satış sorumlusu ) mağazaya her giren müşteriye yaptığı gibi öncelikle benimde ayakkabılarıma bakıyor. Tam, önünde durup önce kendiminkilere sonra onunkilere bakıyorum, önce şaşırıyor, sonra yüzüne kondurduğu yalancı bir tebessümle uzaklaşmayı yeğliyor. Allah'tan ayakkabılarım temiz ve yeni yoksa hakkımda ne düşünürdü o tatlı şey bilemiyorum yani.

Mesai bitiminde muhtemelen dolmuşla evine dönen, belki aldığı üç kuruş maaşla ay sonunu zor getiren bu genç kardeşimiz belli ki insanları giydikleri marka kıyafetler üzerinden değerlendirmeyi huy edinmiş. Ya da ne bileyim çalıştıkları firmanın ukalalık ve kendini beğenmişlik üzerine bazı eğitim programları var ve bu kız çok başarılı, bunu bilahare bildirmek tebrik etmek lazım.

Neyse bu kısa aranın ardından asıl amaca doğru yöneliyorum. Şapkalar bir harika, böylesi bizim memlekette zor bulunur, hemen aynanın önünde bir tanesini deniyorum. İnanın çok yakışıyor ve daha fazla dayanamayıp fiyatını öğrenmek üzere etiketine doğru hamle yapıyorum ama ne büyük hata yapıyormuşum meğer. Sağ elimin soldan sağa ilk dört parmağı cızzz ederek yanıyor, acı içinde kendimi geriye doğru atarken fiyat etiketi tam benim görebileceğim bir şekilde sallanmaya başlıyor. Tövbe Tövbe baba ne yaptınız siz yahu, bildiğin hasır şapka, ot yani, ottan imalat, hatta nerenin hangi ülkenin olursa olsun ot işte. Ama kazın ayağı öyle değil elbette, Japon asıllı Fransız modacının çok özel bir tasarımı olan bu nadide parça benim arabaya en pahalısından 4 teker alacak şekilde fiyatlandırılmış. Ben o parayı verip şapkayı alsam yatarken ve duş alırken bile kafamdan çıkarmam yemin olsun.

Mağazadan koşar ayak çıkarken gözlerim ukala tezgahtar kızı arıyor. Amacım ‘’bacım kusuruma bakma bilemedim, bir hatadır yaptım girdim içeri, affet ne olur, büyüklük sende kalsın filan demek’’ ama ne çare kızcağız ortalarda yok. Sonra ona hak veriyorum, gözlerini gözlerime dayamış müşteri kılıklı bir manyağı ikinci kez kim görmek ister ki?

Hemen mağazanın karşı köşesinde bir sanatçının yol üstü resim sergisi var. Sanırım bir de küçük kokteyl söz konusu. Marinanın en pahalı restoranlarından birinin servis çalışanları kokteyl için burada konuşlanmış. Hepsi birbirinden şık ve fit gençler burunlarından kıl aldırmamak üzere kodlanarak muhtelif köşelere yerleştirilmiş. Sanırsın garson değil Versace mankeni mübarek, hem görünüm olarak hem de tavır babında yani. Derinden bir Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm çekip yoluma devam ediyorum. Sonuçta gözlem yapmaya geldim öyle değil mi ?. Sinirlenmenin, tribe girmenin gereği yok hocam.

Dümeni dükkanlardan iskele tarafına kırıp yatlara doğru yaklaşıyorum. O sırada devasa ve ultra lüks yatından bizim tarafa doğru gayet çevik bir hareketle atlayan hafif göbekli kalantor abi hiç beklemeden onu bekleyen arkadaşlarıyla sohbete başlıyor;

Hocam inanır mısın son bir yıldır Bodrum merkeze araba ile inmiyorum.

Evet ya çok trafik oluyor değil mi ?

Aynen öyle be ağabeycim, bu ne yahu, aynen akşam İstanbul trafiği, rezalet

Eee nasıl yapıyorsun peki, yani işin falan olunca ne yapıyorsun, chopper filan mı ?

Yok be abi motoru getirmedim bu sene, uğraşmak istemedim.

Öyleyse ?

Baba ben bir yıldır DOLMUŞ a biniyorum biliyor musun ha ha hayt

Hadi canım, sallama

Vallahi bak, acayip keyifli bişii, yemin ediyorum yahu, bak yarın deneyelim, müthiş kolaylık

İnanırım dostum, tamam deneyelim söz, muhabbet olsun, ama Ertan’da arkamızdan arabayla gelsin, sıkılırsak geçiş yaparız ha ha ha

Anladığım kadarıyla Ertan şoför ya da koruma gibi bir görevi var. İçimden kolay gelsin Ertancığım deyip yoluma devam ediyorum.

Gördüğüm kadarı ile Ramazan marina ahalisine pek uğramamış, tüm restoranlar iftar saatinin öncesinde hınca hınç dolu. Nerede ise boş yer yok, bir kısım insan masaların boşalmasını beklerken aperatif alıyorlar. Swarm ve Facebook da benden başka kimlerin burada olduğuna göz atıyorum. Siyahlı güzel kadın yine burada, hemen girişin üzerindeki trendy mekanda dostları ile yemekte. Kahkahaları marinayı çınlatıyor, gülüyorum, çünkü çok hoşuma gidiyor.

Marina’nın havası mükemmel, sizi hemen içine alıyor. Sanki bir yerlerden gaz şeklinde gizlice keyif ve mutluluk pompalanıyor. Aynısını Manhattan’da hissetmiştim, Hani şu mazgallardan çıkan buharlar var ya, kesin onların içinde insanları uyuşturan, iyi hissettiren bir şeyler var. Aynı sistem burada işte.

Bir gün önce konuştuğum turizmciler dolulukların %60 ın üzerine çıkmamasından dolayı dertli. Uygun fiyatlı ve HD şeklinde hizmet veren tesislerin çoğu üzgün biraz da süzgünler. Anlaşılan bu yıl turizmdeki olumsuz tablo Akdeniz’den Muğlaya, oradan Ege sahillerine değin uzanmakta.

Ancak dünya markaları ise hız kesmeden Bodrum’da yer kapma telaşında. Lüks otelcilik segmentinde ciddi yükseliş var. Daha az doluluk, yüksek oda fiyatları, lüks ve kaliteli hizmet, ancak daha büyük ciro ve karlılık Bodrum’a daha çok yakışıyor sanki !.

Marina ağzına kadar dolu, yatları bağlayacak yer almamış nerede ise. En azından benim bulunduğum bölgeden alınan görüntü bu. Çok fazla güvenlik görevlisi olduğu hemen göze çarpıyor. Üniformaları gayet şık ve tarz olmuş. Hepsi bir havalarda, CIA ya da FBI çalışanı gibi hissetmeleri bir şekilde sağlanmış. En ufak bir yanlışın olsa en az 10 kişi üzerine atlayacak şekilde konum almışlar. Metrekareye 20 tane filan güvenlik elemanı düşmekte. Arka taraflara doğru zulada sigara içerken görmesem karizmaları bu kadar çizilmeyecekti. Ama sonuçta onlar da insan, kolay değil akşama kadar koşuşturuyorlar. O sırada bir telsiz anonsu hepsinin cihazından aynı anda yankılanıyor ‘’Filanca bey ve ailesi aracı ile şuradan giriş yaptı, dikkat’’, hop hop hop değiş ton ton herkes hazır ol durumuna.

Adını asla hatırlamadığım ama yüzünü HT magazinden gayet iyi bildiğim cemiyet hayatının önemli simaları bir bir önümden geçiyorlar. Nasıl yaptım bilmiyorum ama ara sokak gibi bir yere giriyorum, sanırım burası bir geçit gibi. Çok önemli bir restoran mutfak kapısını açık unutmuş, içerisi bildiğin dandini, daha dikkatli olmak lazım hanımlar, beyler şeklinde içerideki garsonlara laf atıp dayak yememek için hızla oradan uzaklaşıyorum.

O kadar kalabalığa rağmen marina geneli itibari ile çok temiz ve düzenli. Çocuklar için gayet eğlenceli ve renkli bir bölüm ayrılmış. Çoğu Endonezya ve Filipinli Arap bacılar minik patron ve patroniçelerinin ardından burada onlarla birlikte koşturmakta.

Yine son derece lüks bir mağazanın girişinde, yaşam tarzı muhtemelen gökkuşağı kıvamında olan sempatik görevli telefonla konuşuyor;

-Aa aa aaaa Ayol o adam nerede görmüş ki beni ?

- Ayyyy inanmıyoruuummm, vallamı, hmmm peki o zaman, gelsin bir akşam yemeğe çıkarsın beni, yalnız ……riani den başkasında yemem ona göre söylersin artık.

- Haydi baayyy

Özlem arıyor, sanırım işi bitmiş, 5 dakika sonra seni kapıdan alayım diyor. İçimden ya iyiydik böyle beee, takılıyorduk işte şeklinde geçirsem de, dudaklarımdan al beni, kurtar beni Özlem cümleleri dökülüyor. Biraz kıskançlık, biraz mutluluk, azıcık özlem ve bolca gözlemle bu mükemmel ortamdan mızmızlanarak ayrılıyorum.

Bu Makale 09.08.2015 - 09:52:58 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.