Türkiye turizminin yanlışları ve yapması gerekenler
Bu yaşanan ne ilk krizdi ne de son olacak. Bu coğrafyanın, deyim yerindeyse, fıtratında kriz var. Hem de her türünden.
Bir örnek: Deprem. Japonya, Amerika gibi ülkelerde yapılar deprem dikkate alınarak inşa edildiği ve halk eğitildiği için aynı şiddetteki deprem çok sınırlı mal ve can kaybına neden olurken bizde on binlerce cana mal olabiliyor.
Bir örnek daha: Mısır. Benzer sosyal ve kültürel (doğulu yaşam -oryantalist- tarzı, islami gelenek, vb.) özelliklere sahip olmamıza, Mısır turistlere yönelik olarak bizden çok daha fazla kriz yaşamış olmasına karşın daha kısa sürede toparlanabiliyor. Üstelik kişi başı turizm gelirini bizimkinin çok üzerine çıkararak. Temel neden, tanıtım ve pazarlama stratejisini başka hiçbir ülkenin sunamayacağı rakipsiz ürünlere (Mısır kültürü, piramitler, Ramses, vb.) dayandırması.
Rüştünü çoktan ispatlamış olması gereken, kendini lokomotif olarak tanımlayan Türk turizmi hemen her krizden sonra sadece büyüklerinin (devletin) desteğine baş vurma gibi bir gelenek yaratabilmiştir. Taleplere bir yanıt olarak açıklanan ve sektör kanaat önderleri tarafından olumlu ancak yetersiz olarak görülen “Paket” bu geleneğin bir devamıdır. Ve ne yazık ki gerekli olan yapısal değişimleri, ciddi bir operasyonu değil, günü kurtarmayı amaçlayan, etkinliği defalarca denenmiş ve derde deva olamamış yüzeysel bir pansumanı hedeflemektedir.
Yatırım büyüklüğü milyarlarca dolara, istihdam kapasitesi bir milyona yaklaşan bir sektörün kendi Ar-Ge kurumunu oluşturamamış olması en büyük yapısal eksikliklerden biridir ve doğrudan kriz yönetimi ile ilgilidir. Sektörün 'Antalya’da kaç yatak var' gibi çok basit bir soruya bile kesin bir yanıt verebilecek durumda olmaması düşündürücüdür. Krizlerle baş edebilmek her şeyden önce güvenilebilir veri kaynağını gerekli kılar. Bir örnek: Tartışmalarda kanaat önderleri tarafından dile getirilen Antalya’dan Pamukkale’ye yapılan turlarda otobüslerde kullanılan yakıtlarda ÖTV’nin kaldırılması önerisi. 2015 yılında Antalya’dan Pamukkale’ye kaç tur düzenlenmiş, kaç turist taşınmış, kaç otobüs kullanılmıştır? Bu turistlerden kaçı esnafın yüzünü güldürmüş, harcama boyutu ne olmuştur? Bu basit sorulara verilecek kesin bir yanıt mümkün müdür? Kanaat önderlerinden bu tür konularda, ezbere değil nesnel verilere dayalı görüş ve öneri sunmaları beklenir.
Kulağa hoş gelen 'dünyadaki hiçbir destinasyon Türkiye’nin verdiği hizmeti verecek kapasitede değil' türü desteksiz söylemler krizi çözmeye deva olamayacağı gibi, krizin derinleşmesine de yol açabilir. Turistik hizmet kapasitesi dünya ölçeğinin üzerinde, konaklama tesisleri yeni ve kaliteli, temel ürünü kıyıları olan (!) bir ülkede gelirler ve girişlerde dramatik düşüşler yaşanırken, komşumuz Yunanistan’ın 2015 yılında (sayın Başaran Ulusoy’un küçüldü iddiasına karşın) tarihinin en başarılı yılını yaşamasını, turizm gelirlerini yüzde 6 (14,2 milyar euro), turist sayısını yüzde 7,1 (23,6 milyon) oranında artırmasını nasıl açıklayabiliriz? 'Kriz doktoru' olma iddiasıyla bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Üstelik Yunanistan’ı ziyaret eden Rus turist sayısında, bizdekinden de yüksek (%63) azalma yaşanmış olmasına karşın!
Ülkemizde yaşanan krizlerin temel nedeni, coğrafi ve kültürel bir zorunluluk olan doğulu yaşam tarzına, oryantalizme, islami geleneğe ait olduğumuzu kabullenememek, kabullenmek istememekle çok yakından ilgilidir. İlgisiz gibi görünebilir, ancak otel ve acente isimleri (çoğu yabancı) ve içinde sunulmaya çalışılan mal ve hizmetlerin (neskafe, SPA, vb.) niteliği bu kabullenemeyişin dışavurumudur. Yunanistan’a (batı ülkelerine anlamında) benzemeye çalışırsanız, ne Yunanistan olursunuz ne de Türkiye. Oysa tıpkı turizmin bu ülkede yeşermeye başladığı yıllarda olduğu gibi, aidiyetlerin inkar edilmediği, çağdaş değerlerle de uyumlu ülkelerde turizm çok daha sağlıklı gelişir. Kendi değerlerini koruyarak geliştirmek gibi emek, birikim ve özgüven gerektiren stratejiler yerine kopyacılığı, benzemeyi ön plana çıkaran uygulamaların yaygınlaştırılması peşinden koşmak, turizmin sayısal olarak (turist ve yatak sayısı artışları gibi) gelişmesine yol açabilir, ancak kesinlikle nitelik (kastedilen konaklama tesisi niteliği değil, turist başına elde edilen gelir ve memnuniyet gibi) düşüşüyle sonuçlanır ve ister istemez kırılgan bir turizm yaratır. Krize dirençli bir turizm geliştirememenin bir diğer önemli ayağı da bu anlayışla ilgilidir.
Ülkemizde turist denilince akla genellikle batılı (Alman, Fransız, İşveç, Amerikalı, vb. ) kişiler gelir. Genelde turizmimiz, özelde konaklama tesislerimiz ve tanıtım stratejilerimiz bu genel kabul edişe uygun olarak tasarlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu ister istemez tek (batılı yaşam tarzı ve Hristiyan gelenek) ve benzer hassasiyetlere (krizden kaçınma) sahip müşteri grubuyla çalışmak anlamına gelir ve çok kırılgan bir yapı oluşturur.
Son on yıllarda Rus turistler Türkiye’yi keşfetmişlerdir. Ancak Ruslar ile batılı turistlerin turizm beklentilerinde önemli farklılıklar vardır ve bunlar ister istemez turizm sektöründe değişimlere, dönüşümlere (öngörülmemiş ve kendiliğinden oluşan ve gelişen) neden olmuştur. Bizim turizm/turist kavramımızda, örneğin bize kültürel ve ekonomik olarak daha yakın Balkan ülkeleri, Kafkas ülkeleri ya da Orta Doğu ülkeleri yoktur. Kardeş olarak tanımladığımız ve aynı dili konuştuğumuz Azerbaycan ya da Pakistan Türk turizminin ilgi alanına hiç girmemiş, girememiştir. Bu ülke insanlarının (turistlerinin) krizlere tepkisi batılı ülkelerinkinden oldukça farklıdır. Farklı kültürel ve ekonomik değerlere sahip, çok çeşitli turist gruplarından oluşan bir turizm krizlere çok daha dirençli bir yapı oluşturabildiği gibi, turizmin cazibesini de olumlu yönde etkileyebilir. Bu ülkelerle turizm aracıyla geliştirilen, derinleştirilen yakınlıkların diploması ve uluslararası ilişkilerde yaratacağı etkileri de hesaba katma gereği vardır.
Yine bu sektörün kanaat önderlerinin katkılarıyla hazırlanan 2023 Stratejik Planı'nda, batılı ülkelerin yoğun programlarla ülkelerine çekmeye çalıştığı Çin, Hindistan, Kore, Tayvan gibi ülkelerden tek kelimeyle bile olsa söz edilmemiş olması da 'kriz doktorluğu' konusundaki yetkinliğimizin belgesi olarak kabul edilebilir. Dünyanın eşi menendi olmayan, en karizmatik, turistik cazibe bakımından en zengin ve en çeşitli coğrafya parçasında yaşıyoruz. Bunun anlaşılması ve anlatılması zorunlu. Hem kendimize hem dünyaya. Bunu anlamadan ya da anlamış gibi görünerek (oryantalistliği küçük görmek, kıyılarımızı en önemli turistik ürünümüz olarak sunmaya çalışmak gibi) Türk turizmine yön vermeye çalışmak, sadece ve sadece yaşanmış ve yaşanacak krizleri ağırlaştırır.
Bu ülkenin yurt dışında imajının kötü olduğu çoktan beri bilinen ve nedenlerinin didik didik araştırılmış olması, baş edebilme yöntem ve önerilerinin çoktan belirlenmiş olması gereken bir konudur. Ancak bu ülke konusunda çok olumlu imaja sahip ülkeler ve ülke içinde gruplar olduğu da bir gerçektir ve an azından kötü imaj kadar üzerinde durulması gereken konudur. Turizm sektörünün bu konu üzerinde hiç durmamış olması da anlaşılabilir değildir. Sonuçta tanıtım politikaları nesnel geçekler üzerine temellendirilmediğinde etkin tanıtım stratejileri geliştirmezsiniz.
Kıyıları ya da antik kentleri en önemli ürün olarak gören bir anlayışla hazırlanacak bir tanıtım filmi, Türkiye’yi tanıtıyorum derken Yunanistan’ı ya da İtalya’yı tanıtma riski taşıyabilir. Benzer kıyılar ve benzer ören yerleri (Yunan, Roma, vb.) oralarda da var. Oysa Çatalhöyük, Mevlana, Hitit, deve güreşi, Eşrefoğlu Camii, tüm bileşenleriyle Türk hamamı, vb. değerler sadece bu coğrafyaya özgü. Tanıtım, gerçekçi veriler ve stratejiler üzerine oturtulmadığında harcanan milyonlarca liraya karşın derde deva olmayabilir. Bir örnek: Mısır tanıtım stratejisini başka bir yerde bulunması ve yaşanması mümkün olmayan Mısır kültürü, piramitler ve Ramses üzerinde oturttuğu için başarılı oluyor. Milyonlarca dolarlık bütçe ayırdığı için değil. Adres tek.
Teröre karşın insanlar Paris’e gitmeye devam ediyorlarsa, İstanbul’a da gelmeye devam edeceklerdir, etmelidirler. Gelmiyorlarsa sorun tümüyle terörle ilgili olarak görülemez. Görülürse inandırıcı olamaz. Hatırlayınız (Doğu Ekspresi) sadece 100-150 yıl önce bu kent Paris ile eş değerde bir turizm destinasyonu, turizm markasıydı. Paris hala öyle, İstanbul ne durumda? Sorun liman kapasitesinde değil, kanaat önderlerinin kapasitesinde; çünkü politikacıları etkileyenler de, yönlendirenler de onlar. Onlar sektörün sahipleri, eli taşın altında olanlar. Topu politikacılara atamazlar.
Hatırlayınız, bu ülke 1980’li yıllarda çifte rezervasyonları tartışıyordu. Henüz aradan 30 yıl bile geçmemişken sektörün yatak arzı fazlalığını tartışıyor olması son derecede ilginç değil mi? Bu terörün neden olduğu krizden daha mı az önemli? Birinde iplerin sizin (sektör, politikacılar, vb.) diğerinde başkalarının elinde olmasına karşın! 'Paket' adı verilen öneriler ve dahası, krizin maddi desteklerle atlatılabileceği öngörüsünü taşıyor. Paket konusu etrafında gerçekleştirilen tartışmaların da temel eğilimi aynı yönde. Babanın oğluna harçlık vermesi türünden yaklaşımlar yani. Yani pansuman yaklaşımı. Yani yeni krizlere hazır olmamızın belgeleri...
Gerçek kriz, sektörün (üniversite ve araştırma kurumları da dahil) kendi sorunlarına (kriz de dahil) nesnel, gerçekçi, özgüvenli, bilimsel yaklaşamaması, gerçekçi ve bütüncül stratejiler üretememesi ve yapısal değişime cesaret edememesidir. Başka yerlerde aranması zaman ve enerji kaybından başka bir şey olamaz.
Bu Makale 12.03.2016 - 12:28:53 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
-
Degerli bir yazi olmus bide personelin dertleriniyaziverin odenmeyen maaslar kullandirilmayan izinler... vural oger personeli nasil takti vb.. saygilar
-
kaleminize sağlık hocam.Çok yerinde tespitler umarım yazılarınızı daha sık görebiliriz.
-
Bu ülkenin yetiştirdiği sayısız akademisyen, mühendis, bilim insanı varken, koca ülkenin turizmi konusunda sadece bakanlığın! ve otelcinin söz sahibi olması kadar utanç verici bir durum olamaz. Bu yazılanları okuyup, akademisyenlerden görüş alan birileri bile yok. Planlamadan yoksun, kısa vadeli çıkarlara kurban edilmiş bir sektörümüz var malesef.
-
Sayın hocam turizmin sorunlarına çok güzel değinmişsiniz. Bir dahaki yazınızda turizm çalışanlarının sorunlarına değinmenizi rica ediyoruz. Normal sezonlarda bile kıt kanaat geçinirken, şimdi oteller personel azaltıyor ve üzerimize daha fazla yük binecek. Dahası pek çoğumuz işsiz kalacağız. Hükümetin açıkladığı paket otelleri ve büyük tur operatörlerini kapsıyor. Bizim derdimizi dinleyen yok.
-
Yazınızı kyifle okudum. En çok dikkatimi çeken nokta ise bizim TÜRSAB başkanının Yunanistan örneği. İnsan kendi sektörüne bu kadar mı yabancı olur, inanılır gibi değil.
-
Bu zamana kadar turizm sektörünün sorunları ile ilgili okuduğum en güzel yazılardan biri. Hislerimize tercüman olduğunuz için teşekkür ederiz Sayın Tuncay Neyişçi. Sektörün içinde akıllıca çözümler getiren isimlere rastlamak oldukça zor. Nedeni ise bizde para kazanma ve gemiyi yüzdürme konusunda profesyonel olanların, mesleğin etik, bilimsel, çevresel ve sosyo ekonomik yanlarına dair en ufak bir bigiye sahip olmamaları. Bu nedenle başları sıkıştığında yetiş devlet baba diye ağlıyorlar. Lafa gelse efendim serbest piyasa ekonomisi falan konuşurlar ama krizi yönetmekten acizler... Aydınlatan yazınız teşekkürler.
-
Konaklama sektöründeki müdür,house keepin g vs gibi transferlerin haber yapıldığı, kişisel pr haberlerinin bolca bulunduğu sektör gazeteleri arasında kayda değer birşeyler söyleyenlerin olması ve bunlarin haber yapilmasi sevindirici.imaj demişken,plajda kendisine ikram edilifdigi sanılan meyveler için turistten akıllara zarar euro isteyen plaj meyve satıcıları milyonlarca tl harcayarak yaptığınız tanıtımı 5 dakikada geri donulemez halde etkilediğini sayın sektör yetkililerince,ekm ek yediği sektörüne sahip çıkması ve başıboş bırakmaması açısından nasihat olması gerektiğini hatırlatmak isterim