Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Doğa mı, kültür mü?

Doğa mı, kültür mü?

Turizm, bir anlamda, ülkenin doğal ve kültürel değerlerinin tanıtımı ve pazarlanmasıdır. Bu genel söylem turizm ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenen her kişi ya da kurumun ülkesini derinlemesine tanıma gereğine de vurgu yapar. Bu temel atılmadan, bu zemin döşenmeden yaşamın tümüne dokunan turizm sektöründe başarılı olmak söz konusu değildir. Aslında başarıyı ölçmek de olası değildir.

Bir başka genel soru da şu olmalı; mevcut turizm piyasa koşulları dikkate alındığında ülkemiz doğal değerlerine mi yoksa kültürel değerlerine mi ağırlık, öncelik vermelidir. Her ikisine de en mantıklı yanıt gibi görünse de benim yanıtım kültürel değerlerden yana. Neden mi? Doğal değerler bakımından yakın rakiplerimizle aramızda önemli farklılıklar olduğunu düşünmüyorum da ondan. Deniz aynı deniz, güneş aynı güneş, dağlar aşağı yukarı aynı ormanlar benzer. Söz kültürel değerlere gelince işin rengi değişiyor. Yakın rakiplerimiz ağırlıklı olarak Hıristiyan kültürü ve batı yaşam tarzının temsilcileriyken biz İslami kütür ve doğulu yaşam tarzını temsil ediyoruz. Buna, İslami kültür ve doğulu yaşam tarzının diğer temsilcileri ile aramızdaki radikal farklılıkları da ekleyebilirsiniz.

Bana göre temel sorun bu konular üzerinde eleştirel ve bütüncül yaklaşımlarla kafa yorup yormadığımızdır. Ben yormadığımızı düşünüyorum.

Kültürel değerler konusunda kahve iyi bir örnek olabilir. Şu satırlar Britanica’dan; “Fransızcadan alınan İngilizce terim kafe, kahve anlamına gelen Türk kahvesinden türemiştir. Kahvehane ve kahve içmenin Avrupa'ya tanıtılması, ağırbaşlı insanların sosyal faaliyetleri için çok ihtiyaç duyulan bir mekan sağladı. İlk kafenin 1550'de Konstantinopolis'te açıldığı söyleniyor; 17. yüzyılda İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere'de kafeler açıldı.” Bir dünya markası olan “Türk Kahvesi”ni unutup ülkemizi “Starbucks” tarlasına çevirirken Starbucks’ın neden İtalya’ya girmediği ya da giremediğini sorgulamak ufuk açıcı bir etki yaratabilir.

Benzeri bir sorgulama başta “Çatalhöyük”, “Hitit” gibi özgün kültürel değerlerin tanıtım stratejilerimizde neden yer bulamadığı konusunda da yapılmalıdır. Bir rehber olarak Efes Antik Kenti ya da Aspondos Tiyatrosunu ön plana çıkarmanın pek etkili olmadığını daha önceki yazılarımdan birinde dile getirdiğimi sanıyorum. Ülkemize gelen yabancı turistlerin hemen tamamı benzeri pek çok antik kent ve tiyatroları ziyaret etmişlerdir. Özetle bu kaç milyon ziyaretçi geleceği, kaç milyar dolar ödeyeceği hesaplamaları ile iştigal etmekten çok daha ciddi sorgulamaları, çalışmaları gerektiren, az sayıda turistle yüksek oranlarda gelir elde etmenin gerçek turizm alanları, turizm konularıdır.

Bu bağlamda dünyanın 7 harikasından Efes’teki Artemis Mabedi ve Bodrum’daki Mozole’nin içler acısı halini turizm sektörünün yüz karası olarak gördüğümü yazmak durumundayım.

Benzer doğal değerlere sahip olmak kesinlikle doğal değerlerimizin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Ancak turizm sektörünün doğal değerlerimize de gerekli ilgiyi göstermediği, sahiplenmediği gözlenmektedir. Örnek mi? Son günlerde tartışmaya açılan Uludağ Milli Parkı konusunda turizm sektörünün sessizliğini koruması.

Doğal ve kültürel değerler bakımından özgünlüğü belgeleyen Milli Parkların turizm konusundaki önemini 2017 tarihli bir yazımda dile getirmiştim. Turizmin başkenti olarak tanımlanan Antalya sahip olduğu 5 milli park ile doğal değerler alanında da önder bir ilimiz. Ancak bu alanların tanıtılması, korunması ve turizme katkısı konusunda üzerine düşen öncü görevi yerine getirmekten çok uzak. Meraklıları Girit Adasının en önemli turizm değerleri konusunda bir internet incelemesi yaparlarsa Avrupa’nın en uzunu olarak nitelenen ve yılda yaklaşık 200 bin ziyaretçi çeken Samaria Kanyonu’nun Knossos Antik Kenti'nden hemen sonra geldiğini görürler. Turizmin başkentinde başta Köprü Kanyon, kanyon dışında gerçekleştirilen rafting, çevresindeki zengin ve özgün doğal (adamkayalar, kestane ağaçları, saf servi ormanı gibi) ve kültürel (Selge Antik Kenti gibi) değere karşın turizm kullanımına açılamamıştır.

Deniz kaplumbağalarının turizme sağladığı katkıların yaşanmışlığına karşın kültürümüzde derin etkileri olan ve tüm dünyaya Antalya Düzlarçamı’ndan yayılmış olan, nesli ciddi tehdit altındaki alageyiklere Antalya turizminin sahip çıkmaması da anlaşılabilir değil.

Turizm sektörü, bakanlıktan akademiler ve sivil toplum temsilcilerine, seyahat acentalarından konaklama tesisi sahip ve yöneticilerine bir bütün olarak, ülkenin doğal ve kültürel değerlerini araştırmalı, değerlendirmeli ve sürdürülebilir turizm kullanımına sunulması konusunda stratejiler geliştirmelidir. Bu turizmin güçlenmesi, gelir, karlılık oranlarının yükselmesi için olduğu kadar değerlerimizin korunması ve geliştirilmesi için de zorunludur.

Kendini “Lokomotif sektör” olarak tanımlayan sektörün yapması gereken acil, acil olduğu kadar gecikmiş görevdir. Gerisi boş laf gibi geliyor bana…


Bu Makale 26.01.2023 - 15:31:15 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.