Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Kültürel emanetler ve turizm

Kültürel emanetler ve turizm

Evrim açısından ele alındığında insan tümüyle coğrafyanın yani doğanın bir ürünüdür ve tümüyle coğrafya yani doğa tarafından biçimlendirilmiştir. İnsanın bir uzantısı olarak kültür, insanın coğrafyayı yani doğayı biçimlendirme ve biçimlendirirken sürekli yeniden biçimlenme sürecinden öte bir şey değildir. Dağ zirvesinden okyanus dibine, atomaltı parçacıklardan Mars’a geniş bir alan, doğrudan ya da dolaylı olarak insanı etkilemiş, insan tarafından etkilenmiş ve “kültür”e dahil edilmiştir. Somut ve soyut, büyük ya da küçük tüm bileşenleriyle evren “insan”a ve “kültür”e dahildir.

1973 yılında yaşanan ve dünyamızın kaynaklarının sınırlı ve tükenebilir olduğunu kavramamızı kolaylaştıran “petrol krizi” kültürümüze “sürdürülebilirlik” kavramını armağan ederek bugünü, “ben”i ve tüketimi öne çıkaran “miras” anlayışından, geleceğe, “biz”e ve korumaya gönderme yapan “emanet” yaklaşımını olası kılmıştır. Bu nedenle Kültürel Miras Turizmi kavramını Kültürel Emanet Turizmi (KET) olarak kullanmak tercih edilmiştir.

Türkiye ya da daha evrensel bir deyimle Anadolu insanın biyolojik ve kültürel evrimini gerçekleştirdiği ve diğer coğrafyalara yayıldığı üç kıtanın birleşme noktasında bulunan, doğal ve kültürel bir köprü işlevi gören çok farklı bir coğrafya parçasıdır. Anadolu hem Avrupalı, hem Asyalı ve hem de Afrikalı’dır. Anadolu hem doğulu hem de batılıdır. Anadolu hem Şaman, hem Pagan, hem Hıristiyan, hem Müslüman, vb.dir. Anadolu taşı-toprağı, bitkisi-hayvanı, kadını-erkeği ile kültürün belleği, kültürün tanığı ve kanıtıdır. Özetle Anadolu, ülkem insanının sevdiği tanımlamayla, bir KET başkentidir.

Geçmiş zamanların öncü bireysel seyyahlarının olduğu kadar, günümüzün kitlesel turistlerinin de uğrak yeridir Anadolu. Günümüzün en büyük endüstri dallarından biri haline dönüşen ve milyarlarca kişinin katıldığı turizm olgusu Anadolu’nun da kıyısında bulunduğu Akdeniz çanağında başlamış, gelişmiş ve buradan başka coğrafyalara yelken açmıştır.

Kültürel Emanet Turizmi (KET)

Temel amaçlarından biri tarih ya da geçmişe ilişkin anlayış ve bilincin geliştirilmesi olan KET belirli ölçüde Doğal Emanet Turizmi (DET) ile örtüşmektedir. Doğal değerlerin hemen hemen tamamı az ya da çok, doğrudan ya da dolaylı olarak insan tarafından değişime uğratılmış olduğundan bu yazıda KET ile DET eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

Kültür ve kültürel çekicilikler 16. yüzyılda Büyük Tur”un (Grand Tour) başlamasından günümüze, seyahatin başta gelen amaçlarından biri olmuş ve küresel ölçekte dünya kültür başyapıtlarından yerel kimliklerin temelini oluşturan değerlere kadar turizmin her seviyesinde önemli roller oynamıştır.

KET,  peyzajları, ekosistemleri, görsel ve temsili sanatları, ve özel yaşam biçimleri, değerler, gelenekler ve olayları içeren kültürel çevre deneyimleriyle ilgilenen bir turizm biçimi olarak tanımlanabilir. KET, yöreler, renkler, malzemeler, yerleşim modelleri gibi sadece somut, görülebilir değerlerle değil sosyal yapılar, gelenekler, değerler ve inançlar gibi soyut değerleri kapsayan geniş bir kavramdır. Bu bağlamda KET, olumlu ekonomik ve sosyal etki yaratan, kimlik oluşumu ve güçlenmesine katkı sağlayan, kültürel emanetlerin restorasyonu ve korunması bilincini geliştiren, kültürler ile insanlar arasında uyum ve anlayış bağları kurabilen, geleneklerin yeniden canlanmasını teşvik eden, kültürü destekleyen, yerel halk ile etkileşimi mümkün kılan ve turizmin kendini yenilemesine olanak sağlayan işlevler yüklenmektedir. Dünya Turizm Örgütü (WTO)  2020 turizm vizyonu çerçevesinde, KET’in gelecekte turizm pazarının 5 anahtar bileşeninden biri olacağı öngörüsünde bulunmaktadır.

Turizmin kısa tarihi

Turizm bir endüstri olarak ikinci Dünya Savaşı sonrasında 1940’lı yıllarda güneşin sanayi devrimini tamamlamış İngiltere, Almanya gibi ülkelere oranla çok daha cömert davrandığı Fransa, İspanya gibi Kuzey Akdeniz ülkelerinin kıyılarında başlamıştır. Turizm olgusu, kentleşme ile birlikte sanayi devriminin bir yan ürünüdür.

Sanayi sektörü, yapısı gereği ağırlıklı olarak bedensel çalışmayı gerektirdiğinden, turizm başlangıçta bedensel yorgunluğun yarattığı iş verimi ve çalışma isteği düşüşünün giderilmesi talebine güneş-deniz- kum (GDK) ürünü ile çözüm getirmeye çalışmış ve başarılı da olmuştur. Kuzeyin sanayi sektörü çalışanları güneyin sıcak güneşi, denizi ve kumunda yorgunluklarını atıp çalışma isteği ile yüklü olarak ülkelerine geri dönmüşlerdir. 1940-1970 yılları arasında Fransa, İtalya ve İspanya bu talebe uygun sunularını geliştirerek turizmi bir endüstri haline dönüştürebilmiş ve kalkınmalarının itici gücü haline getirebilmişlerdir. Bu dönemde Akdeniz kıyısında bulunan hemen her ülkenin kolaylıkla sunabileceği benzer GDK ürünü temel, buna karşılık kültür ve doğa yan turizm ürününü olarak talep edilmiş ve pazarlanmıştır.

Aslında GDK temel ürün olmasına karşılık bu dönemde de kültürel seviyesi yüksek turistler özgün kültürel ve doğal değerleri de en azından eşdeğer ölçüde talep etmiş ve tüketmişlerdir. 

1970 yılından sonra turizm talebinde köklü yapısal değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Turizme katılanlar arasında sanayi sektöründe çalışanların payı hızla azalırken hizmet sektöründe çalışanların payı hızla artmaya başlamıştır. Sanayi sektöründe yoğunluklu olarak bedensel bir çalışma söz konusu iken, hizmet sektöründe zihinsel çalışma daha ağırlıklıdır ve turistik rekreasyon talebinin köklü biçimde değişmesine neden olmuştur. 1970 öncesinin ağırlıklı olarak GDK sunumuna dayalı, konaklama işletmesi merkezli turizm biçimi yerini, beyinsel rekreasyona uygun özgün (egzotik) kültürel ve doğal değerler ve heyecan verici doğa sporlarına ilginin giderek arttığı, konaklama işletmelerinden bağımsızlaşan bir turizm anlayışına bırakmaya başlamıştır. 1970 sonrası döneminde turizmde temel talep farklı ve özgün kültürel ve doğal değerlere doğru hızlı bir kayış sergilerken GDK yan ürün konumuna gerilemiştir.

Özetlemek gerekirse, yaklaşık 70 yıl önce ivme kazanmaya başlayan turizm hareketi, yaşanan ve neden olunan sorunların da katkısıyla, son 30-35 yıl içinde köklü yapısal değişimlere uğramıştır. Konaklama işletmesi turizmin merkezi olmaktan çıkıp bir araç haline dönmüş, her türden farklı (doğal, kültürel) ve özgün değerler ön plana çıkmaya başlamıştır. Genelde Türkiye ve özelde Antalya’da turizm bir endüstri olarak bu köklü değişimlerin yaşandığı ve hissedilmeye başladığı dönemde, bir başka anlatımla talebin GDK ve benzerliklerden ağırlıklı olarak farklı, özgün kültürel ve doğal değerlere kaymaya başladığı dönemde gelişmeye başlamıştır. Ancak Türk turizmi bu köklü talep kaymasını yeterince kavrayamamış ve turizm stratejisini yakın rakiplerinin hiçbir koşulda sunamayacağı farklı, özgün ve zengin kültürel değerleri yerine yakın ya da uzak hemen tüm rakiplerimizin sunabileceği, sunakta olduğu GDK ürünü ve “otel” üzerine temellendirmiştir.

Oysa Türkiye doğu-batı, Hıristiyan-Müslüman yaşam biçimlerinin kesiştiği her ikisin de belirgin izlerini sergileyen ve her iki biçiminde yaşanabileceği gerçek bir arakesit sunmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalar Alman turistlerin 2/3’ünün (yüzde 63)  Anadolu’yu doğu yaşam biçimiyle temasa geçmek amacıyla ziyaret etmekte olduklarını ortaya koymaktadır. Bu en yakın rakibimiz Yunanistan’ın bile sunamayacağı özgün bir kültürel üründür.

Türkiye kültürel değerler bağlamında da sahip olduğu özgün kültürel değerlerini değerlendirmede başarılı olamamış ve genellikle rakiplerimizin sunduğu benzer değerler, ürünler üzerine yoğunlaşmıştır. Öreğin, rakiplerimizin hiçbir biçimde sunma imkanı olmayan Anadolu’ya özgü Hitit, Urartu, Frig, Selçuklu, gibi değerleri ön plana çıkarma yerine Yunan ve Roma gibi rakiplerimizde sunulan kültürel değerler üzerine yoğunlaşmıştır.

Farklıklar yerine benzerlikleri ön plana çıkaran bu turizm stratejisi kaçınılmaz bir biçimde fiyat düşürdükçe müşteri bulunabilinen bir kısır döngüye neden olduğu gibi, hem kültürel hem de doğal değerlerin (emanetlerin) yıpranmasına yol açmıştır.

Turizmde insan boyutu

Yukarıda da değinildiği gibi, Anadolu geçmişin (1970 öncesi) olduğu kadar, günümüzün hakim turizm taleplerini karşılayabilecek farklı ve özgün doğal ve kültürel değerler bakımından dünyada bulunabilecek ender coğrafyalardan biridir. İnsan öncesi canlı (bitki Hayvan) ve cansız (dağ, ova, göl oluşumu, vb.)  hareketlerinin (plaka tektoniği, buzul ve buzul arası dönemler) büyük bir bölümü bu coğrafyada geçekleşmiş ve bölgenin doğal zenginliğinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Evriminin ilk evrelerinden başlayarak insan bu coğrafyayı geçici ya da kalıcı olarak kullanmak durumunda olmuş ve bu coğrafyanın canlısı ve cansızıyla etkileşim içinde birlikte evrimleşmişlerdir. İlk bitkiler ve hayvanlar bu coğrafyada evcilleştirilmiş, ilk tanrılara bu coğrafyada tapınılmış, ilk savaşlar bu coğrafyada yaşanmış, ilk kentler bu coğrafyada kurulmuş, ilk sanat eserleri bu coğrafyada üretilmiş, son Anadolu leoparı bu coğrafyada vurulmuştur. Bu birlikte evrim süreci bütün karmaşıklığı ve yoğunluğu ile devam etmektedir.

Tüm hoyratlığı, üretkenliği, kural tanımazlığı, erdemi ve zaaflarıyla, geçmişten bugüne Anadolu doğasını ve Anadolu kültürünü biçimlendiren Anadolu insanı başta olmak üzere, tüm Anadolu bir doğal ve bir kültürel emanettir. Anadolu, böyle görülmeli, böyle anlaşılmalı ve buna göre yönetilmelidir. Bu emaneti, parçalara ayırarak ve insandan soyutlayarak sahiplenmek, koruyup kollayabilmek ve gelecek kuşaklara aktarabilmek olası değildir. Anadolu insanını dışlayarak, yok sayarak ormanını, gölünü, kelaynak kuşunu, kardelenini, korumak için planlar yapmak, yasalar çıkarmak anlamsızdır. Anadolu insanını dışlayarak, yok sayarak ören yerlerini, kentleri, tapınakları, ağıtları, lehçeleri, korumak, turizmin hizmetine sunabilmek, sunduğunu düşünebilmek boş bir hayaldir.

Turizm bağlamında unutulan, göz ardı edilen en önemli nokta, tüm kültürel uzantılarıyla birlikte bir ülkenin yerel halkının o ülkenin en önemli ve en ilgi çekici kültürel ürünü (emaneti) olduğudur.

Genelde Türkiye’de, özelde Antalya’da hem doğal ve kültürel emanetlerin korunması ve hem de turizme yönelik girişimler yerel insanı, Anadolu insanını dışlayarak onu yok sayarak başlatılmıştır. Turistik tesislerde yerel halka farklı ve yüksek fiyat uygulamalarına ek olarak, kıyı alanlarında turizm tesislerinin yaklaşık iki misli alan kaplayan ikinci konutlar (yazlıklar) bu dışlanmanın en yaygın, en kolay anlaşılabilir somut kanıtlarıdır. Turistik tesislerin tel örgüleri ve özel korumaları yerel halkın denize ve kuma ulaşımını, Anayasa hükmüne karşın, engellemekte sakınca görmemiştir.

Sayısal olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) kadar Milli Parka sahip olan ülkemizde yerel halk Milli Parklar oluşturulurken de işletilirken de yok sayılmış, ABD yıllık ziyaretçi sayısı 500 milyona yaklaşırken ülkemizde 5 bine bile ulaşamamıştır. Bu yerel halkın doğal değerlerden de (emanetler) dışlandığının ve doğal olarak ona düşman edildiğinin bir belgesi olarak değerlendirilebilir.

Yerel halkı ve onun uzantısı olan kültürü yok sayma Türk turizminin en başarılı olduğu alanlardan biridir. Turizm başlamadan birer marka olan “Türk Hamamı” ve “Türk Kahvesi” yerlerini batılı rakiplerine, “nescafe”, “sauna”, “spa”ya bırakmak zorunda kaldılar. Turizm tesislerine kültürün temel bileşeni olan yerel adlar yerine yabancı adlar verilmesi oransal olarak %100’e yaklaşırken, bu topraklardan süzülüp gelen yerel tatlar da yerlerini sessizce ne oldukları pek anlaşılamayan besinlere bıraktılar. Liste uzatılabilir. Sonuç olarak, ticari ve ekonomik olduğu kadar sosyal ve kültürel bir olgu da olan turizm havaalanı ile konaklama tesisi arasına sıkışıp kalan tümüyle ticari bir etkinliğe dönüştü. Azalan ören yeri ziyaretçi sayıları bu sıkışma ve ticarileşmeyi çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Gelinen noktada özellikle Antalya ve çevresinde gerçekleştirilen havalını-konaklama tesisi arasına sıkıştırılan hareketi turizm olarak adlandırmak, hele kültürel miras ile ilişkiler söz konusu olduğunda, mümkün değildir. Kentte tanık olduğunuz, olacağınız turizm etkinlikleri bu gerçeği tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.

Avrupa kültür başkenti

2010 yılı “Avrupa Kültür Başkenti” ilan edildiği için övünç duyduğumuz, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarına 1500 yıl süreyle başkentlik yapmış, 120 İmparator ve Sultanın ev sahipliğini üstlenmiş, ayakları iki kıtaya basan İstanbul 19.yüzyılın ikinci yarısında endüstriyel turizm başlamadan çok önce, Paris ile birlikte turizmde bir markaydı.  Paris’ten kalkan “Doğu Ekspresi” İstanbul’a kültürlü ve zengin konukları getiriyordu. Bugün kendileri birer kültürel emanet olan Sirkeci Garı ve Pera Palas oteli bu turizm olayının kente kazandırdığı değerlerdir. Bugün Paris hala, yılda yaklaşık 50 milyon ziyaretçiyi ağılayan, bir turizm markasıdır. Sadece Louvre Müzesinin yıllık ziyaretçi sayısı İstanbul ile karşılaştırılabilecek düzeydedir. Paris’ten bakarak İstanbul’un bugün hangi noktada olduğu ve nedenleri üzerinde karşılaştırmalı olarak düşünmeye başlamak “lokomotif” ve “başarılı” sektör olarak görülmeye ve gösterilmeye çalışılan Türk Turizmi’nin gerçek hal-ü pürmelalini kavrayabilmenin de ilk adımını oluşturur.

Türk turizmi kendini özgün ve farklı kılan doğal ve özellikle kültürel değerlerden uzaklaşıp batıya benzemede, onun bir kopyası olmada mesafe kat ettikçe önce ziyaretçi profili düşmeye başladı, sonra bunu zorunlu fiyat düşüşleri izledi. Bu noktada, körfez savaşı, terör, vb. yaşanan olumsuzluklar mazeret olarak gösterilemez. Körfez savaşına ek olarak turizm alanında Türkiye ile kıyaslanamayacak sayı ve şiddette terör olayları yaşamış olan Mısır her defasında sorunu ufak sıyrıklarla atlatabilmiş ve turist başına harcamada Türkiye ortalamalarının çok üzerine çıkabilmiştir. Bunun temel nedeni, başarılı tanıtım politikalarından çok, Mısır’ın turizm politika ve stratejilerini rakiplerinin hiçbir biçimde sunamayacağı özgün kültürel değerler üzerine oturtmuş olmasıyla ilgilidir. Ramses ya da Piramitleri Mısırdan başka bir yerde bulabilme imkanı yoktur. KET bağlamında Mısır olgusu Türk turizmcilerinin incelemesi ve çok yönlü değerlendirmesi gereken bir konudur.

Özgün doğal ve kültürel değeler üzerine inşa edilmiş turizm endüstrisi krizlere karşı çok daha dayanıklı olabildiği gibi doğal ve kültürel değerlerin korunması ve kullanımında çok daha başarılı olabiliyor.

Sözün sonu

Türkiye’de yapılan turizm değil otelciliktir (seyahat acentacılığını da içerecek biçimde) ve sorunun temel kaynağını bu anlayış oluşturmaktadır. Otelcilik turizmin önemli bir bileşenidir ancak tamamı değildir. Önce yerel halkın ve daha sonra giderek artan sayıda doğal ve kültürel değerin dışlanarak, turizm olgusunun havaalanı-otel arasına hapsedilmesi bu ortodoks otel merkezli turizm anlayışı ve uygulamasının bir sonucudur. Otel asla turistik bir ürün değil, turizme hizmet eden bir araçtır. Turizmde insanlar bir ülke ya da destinasyona her yerde benzeri kolaylıkla bulunabilecek herhangi bir otelde kalmak için gitmezler. Bu ancak göreceli olarak düşük fiyat sunulması durumunda başvurulabilecek bir seçenektir. Ülkemizde olan da budur, varılan son nokta da budur.

Bu kısır döngüden kurtulabilmenin tek çıkar yolu vakit geçirmeden, otel işletmeciliğini özgün doğal ve kültürel değerler üzerine inşa edilmiş, yerel halkı temel alan bütüncül bir turizm anlayışıyla bütünleştirebilme çalışmalarına başlamaktır. Sahip olduğu doğal (rakiplerimizde benzerleri var) ve özellikle özgün kültürel değerler Türk turizmini bölge lideri konumuna getirecek nitelik ve niceliktedir. Bu hem otelcilerin, hem doğal ve kültürel değerlerin ve hem de yerel halkın lehine sonuç verecektir. Bu bakış açısıyla KET Türk turizmi için kilit önemde bir rol oynayabilir.


Bu Makale 09.05.2023 - 09:09:25 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • Kamil 09.05.2023 - 11:37

    Fikri mülkiyet alanındaki coğrafi işaret ve geleneksel bilgi turizmin destekleyicisi olmalı. Bunları turizm ürünlerine dönüştürmeyi teşvik etme işi en başta Bakanlığa düşüyor ama tur operatörlerine reklam parası vermek daha pratik geliyor olmalı. Nicelik hala daha önemli. Öyle de olmak zorunda belki, yoksa o kadar yatak nasıl dolacak. Turizm politikamız bu ama diğer seçenekler de tamamen göz ardı edilmemeli.

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.