Cihangir Chronicles
İş güç kaygısına çok gider gelir oldum bu aralar İstanbul’a. Her geldiğimde daha mı fazla bağlanıyorum bu şehre nedir anlamadım. Trafiği, kalabalığı, keşmekeşi, yol çalışmaları, Taksim faciası hepsine göğüs germeye ciddi ciddi niyetliyim sanki.
15 gün boyunca sektirmeden egsoz solumak bana iyi gelecek. Erkenden yanmış soba ve kalorifer atıkları da cabası. Elbette İstanbul’da doğmuş, büyümüş, ekmeğini yemiş, suyunu yudumlamış birinin İstanbul hakkında bu şekilde düşünmesi biraz garip görünebilir. Ama ne yapayım Antalya gibi dünya cennetinde uzun yıllar yaşadıktan sonra daha nasıl düşünmem gerekiyordu ki?
İnternet radyomda şu an ANGGUN o duru sesi ile Breathing’i söylüyor, bense Cihangir’de İstanbul’un en lüks süitlerinden birinde WITT’de Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Galata Köprüsü ve
Valide Sultan Camii manzarasında son birkaç günlük İstanbul gözlemlerimi yazıya döküyor, doğduğum şehirde turist misali dolaşıp aldığım notları didikliyorum.
Cihangirden başlayacak olursak, sanki dünyada yaşayan tüm milletlerin bir ya da birkaç temsilcisinin bir arada yaşadığı bir garip mahalle. Elbette bizim memleketin tüm renklerini de çevreye serpiştirilmiş şekilde görmek mümkün. Yokuşun başı Alman, Sonu İtalyan Hastanesi. Fransız mektebi ve İtalyan Konsolosluğu buraya çok yakın.
Öğlen bir şeyler atıştırmak üzere WITT’den dışarı adımımı attığımda yanımdan iki hanım İtalyanca haykırarak yanımdan geçiyorlar, meğerse sohbet ediyorlarmış nereden bileyim, İtalyanca bilmeyenlerin küfür ediliyor sandıkları anlardan biri daha. Sıraselviler’e doğru çıktıkça Afrikalı yurttaşlarımız daha sık görülmeye başlıyorlar. Koreli ye da Çin’li olma ihtimali yüksek takım elbiseli, NY borsacısı kılıklı çekik gözlü adam elinde Efes bira ile Cihangire doğru süzülüyor. Noodle restorantı ise doğal olarak uzak doğulu aşçılara emanet. Fransızca, Almanca, İngilizce gırla gidiyor. Araplar ne kadar çoğalmış buralarda. Özal’lı yıllar aklıma geliyor, o zamanlar İstanbul’dan ev alıp klan halinde Yalova’ya gidiyordu bu din kardeşlerimiz. Şimdi cümbür cemaat Cihangir’i mesken tutmuşlar.
Apartman altları, kafe, bar, gece kulübü, kahvaltı salonu ya da minik tiyatrolardan oluşmakta. Ağır bir Entelektüel hava varmış gibi buralarda, ama -mış gibi. Tophaneye, İstanbul Modern’e yakın olmanın getirileri bunlar. Saç ve sakal papaz kombinasyonunda, yamalı kot, altına bağcığı sarkık bot, üstüne parka, çantayı çapraz asıp Tommy gözlüğü de taktın mı alsana modern şehir d’enteli. Ha birde adım başı rast geldiğiniz ekran ve perde ünlüleri tüm ÇAMWOOD burada maşallah.
Cihangir’in yerlisi uzaktan bile fark ediliyor. Çoğu kısa süre sonra gelmesi kuvvetle muhtemel terk-i dünya vaktini bekleyen, altından bir dönemin sevimli, yaşlı pinponları. Saçları hala yapılı, broşları yakalarında, ayakkabıları rugan, çantaları marka, entel papazlara nispet yaparcasına.
Orhan PAMUK Masumiyet Müzesi olağanüstü iyi tasarlanmış. Mükemmel bir müzecilik anlayışı ve Küratörlük harikası. Hele de kitabını okuyup gittiyseniz binanın içinde an itibari ile yaşamaya başlıyorsunuz. Orijinal eşyaların haricinde ki canlandırmalar da hiç fena değil doğrusu. Sadece midye dolma ve bazı rakı kadehleri kendini ele veriyordu o kadar. İçerde fotoğraf çekmek yasak , vitrinlerdeki takı, giysi ve fotoğraflara 5.000 yıllık ikona muamelesi yapılmakta. Tüm bunların haricinde hemen alt sokaktaki eskicinin vitrininde müzedeki eşyaların aynısını ve daha fazlasını görmek üzümlü kek gibi hissetmenizi sağlıyor.
Esnaf çok samimi, kibar ve içten. İstanbul’u özlemek için sebeplerimin başında gelen ve kaybedilmemesi gerektiğini düşündüğüm büyük değer. Belki AHİ geleneğinden, belki de İstanbul görgüsünden bilinmez. Ne yazık ki güneyde bu kurum biraz sıkıntılı. Sıcak ve rehavetten olsa gerek.
Taksim ve çevresi irili ufaklı bir dolu otel ile dolmuş. Yatırımcı otel yapacak bina bulmakta zorlanıyor. Buralarda otel yapıp butik havası vermek yükselen trend. Sıraselviler, Cihangir yoluyla Karaköy civarına ulaşan bu trend sonucu 18 otel daha hizmete girmeyi, bizde onları heyecan ile bekliyoruz.
WITT İstanbul Suits ise bu devasa şehirde kendini saklamış, ancak ararsanız bulabileceğiniz mutena bir otel. Otelin müşterileri tamamı ile internet üzerinden rezervasyon yaptırıyorlar. Daha önce NY Times, Conde Nast, Wall Paper ile birlikte birçok gazete ve dergi oteli konu yapmış. Oldukça iddialı da elbette, zira DESIGN HOTELS üyesi ve 2009,2010,2011 ve 2012 yılları boyunca tasarım ödülleri almış. İnşaat mühendisi baba Ali TOPRAK ve çocukları Tuncel TOPRAK ve Seçil ERDOĞAN tarafından işletilmekte olan bu mükemmel aile işletmesi otelin manzarası ayrıca görülmeye değer.
Cihangirde insanlar sanki sokakta yaşıyor, her daim çok canlı. Kahvaltı salonları ne hikmetse çok popüler burada. Mehmet Ali ERBİL ve Özgür ARAS tarafından hayata geçirilen YIMIRTA önceleri adından fazlaca söz ettirse de şimdilerde popülaritesini yitirmiş gibi.
Elinde haritası, sırtında çantası John LENON gözlüklü kadınlı, erkekli bir dolu turist Taksim’den aşağı Cihangir üzerinden sallanırken bu kendine has güzelliklere sahip muhitin, geçmişini, şimdisini, insanını tanıma fırsatı buluyor ve bizi elbette.
Cihangir İstanbul’da mutlaka görülmesi, yaşanması ve hissedilmesi gereken özel bir semt. Yazmakla, gezmekle, anlatmakla bitmez.
Her sokağı ve her insanı ayrı bir senaryo. Bundan dolayı olsa gerek sinemacılar burayı mesken tutmuş, buradan otlanıyorlar. İstanbul’da bir zamanların ötelenmiş muhitlerinin şimdilerde revaçta olması ve yeni cazibe merkezleri yaratılması kimin ya da kimlerin işine gelir, cebine yarar bilinmez ama bildiğim bir şey var ki o da İstanbul, dezavantajlarına, negatif yönlerine ve yaşadığı deformasyona rağmen gerçek bir dünya şehri. Cihangir ise onun en güzel köşelerinden sadece biri!
Bu Makale 17.12.2012 - 11:38:15 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
-
Alman Hastanesi Almanlara, İtalyan Hastanesi İtalyanlara mı ait?