Zekeriya Şen

İlklerin çokluğa dönüşme halleri – Paradan turizme, tüketimin evrimi

İlklerin çokluğa dönüşme halleri – Paradan turizme, tüketimin evrimi

Çokluk bir ilkin çoğul hali olup yokluktan var olmadı. Yaşadığımız bu kürenin içerisinde aklımıza gelen her şeyin bir ilki olmuştur ve olmaya devam edecektir. Özgün bireysel tanımlamaya girmedikçe her şeyin doğal olarak bir “ilk” versiyonu çokluğa dönüşmüştür veya dönüştürülmüştür. İlk başlarda elbette bu çokluklar hazır olmayan toplumlar için bir çıkış, bir öne atılım, bir gelişme, bir ayrıcalık olarak algılanmış olsa bile, yavaş yavaş ezici etkileri ortaya çıkmakta gecikmemiştir.

Çokluğun gelişimiyle birlikte sahiplenme, tüketme ve aşırıya kaçma kavramları bir bir ortaya çıkmaya başladı. Böylece malların üretim, dağıtım, tüketim ve fiyatlarının arz talep mekanizmasıyla serbest piyasada özgürce belirlendiği bir ekonomik sistem, hatta bazıları için kurtuluş olarak kabul edilen anamalcılık veya kapitalizm doğmuş oldu. İlk başlarda hayattan zevk almamızı sağlayan çokluğun doğmasına imkân tanımış olan, verimlilik üzerine yoğunlaştığı ve ileriye dönük sürekli evrim geçiren bu sistem alkışlarla karşılandı. Ancak daha sonra gizli perdenin arkasında gelmekte olan, adalet kavramını hiçe sayan bu “kitlesel tüketim” adlı canavar, duyarlı çoğu insanın tepsini çekmeye başladı. Düşman ilan edildi… Nerede çokluk orada bolluk gibi ata sözlerinin doğmasına neden olan bu sistemin rekabet ve kazanç mekanizması üzerine kurulan temel kuramın güzelliklerine kıyasla şüphesiz ağır basan çirkinliklerinin farkına vardığımızda ise ne yazık ki artık iş işten geçmişti.

Neyse fazla sosyolojik ve ekonomik bir ansiklopedik yazı olmaktan kurtulup hemen asıl konumuza dönelim: çokluğun doğmasına neden olan ilkler. Burada bir şeyin çokluğa dönüşmeden önceki ilk hallerini ele alacağız. İlk olmak aynı zamanda sonsuz olmak olarak tanımlanabilir, zira herhangi bir şey sadece bir kez ilk olabilir. Bu ayrıcalık ise çokluğun devreye girmesiyle yok olur gider. Her ilk bir çokluğa açılan kapıdır ve bu bir zincirleme olarak devam eder. Örnek vermek gerekirse 17 Aralık 1903 tarihinde Orville ve Wilbur Wright kardeşler ilk kontrollü, sürdürülebilir, havadan biraz daha ağır uçakları yaptıklarında bu keşifleri 20. yüzyılın ulaşım ve iletişiminde bir devrim yarattı. Fakat aynı zamanda barışta ve savaşta dramatik değişikliklerin yanı sıra yeni endüstrilerin ortaya çıkmasına ve ekonomik bir patlama yaşanmasına gebe oldu, bu zincirlemenin hepsi ise dünyamızın doğasını geri dönülmemek üzere olumsuz yönde değiştirdi.

Dünyamız var olduğu sürece yeni ilkler ortaya çıkacaktır ve insanoğlunun bu zihniyetle gittiği takdirde (ki aksini düşünmek güzel bir hülyadan başka bir şey değil) her zaman çok(luk) var olacaktır. Daha bilmediğimiz, keşfedilmeyi bekleyen ve doğru orantılı olarak yeni çokluklara gebe olacak o kadar ilk var ki, dipsiz bir kuyu adeta. Neyse biz günümüze dönelim ve ilklikten çokluğa dönüşen, bizlere güzellikler katarken çokluluğuyla bizleri daha da ezen ve kapitalizmle daha kolay bağdaşabilecek örneklerinin ilk saf hallerini sıralayalım.

Para:

Zenginliğin simgesi olan para antik takas geleneklerinin sonucu olarak doğdu. İlk parasal simgeler olan kehribar, boncuk, sığır, deniz kabuğu ve tuz zamanla aynı değerde eşyaların değiş tokuşu için elverişli olmadığı keşfedildi. Bunun sonucu olarak ilk metal paralar Lydia’da (Anadolu) kraliyet armaları ile basıldı ve ondan sonra her şey zincirleme olarak gelişti. Demir paraların inanılmaz talebi ve tüketimi doğrultusunda geliştirilen ilk banknot (kağıt para) Çin’de basıldı. Şu an geriye baktığımızda hayatımızın her köşesinde, anında yer alan para doğalı bir “ilk” olup çokluğa adım atalı 2 bin 500 yıl geçmiş.

Uçak:

Şöyle bir insanoğlunun tarihine bakınca uçması balonlar, antik planör ve uçaklarla sağlandı. 20. yüzyıl boyunca enerji ile çalışan uçaklarda inanılmaz bir boyutta gelişme oldu. Wright kardeşlerin 1903 yılındaki meşhur ilk uçuşunun mesafesi 1969 yılında havalanan ilk Boeing 747 uçağının kanadından daha kısa mesafeydi.

Araba:

Atsız arabaların geçmişi 13. yüz yıla kadar uzanmakta ancak ilk buharlı vagon 1769 yılına kadar ortaya çıkmadı. Dünyanın ilk otomobili gazla çalışan, dahili yanan bir motora sahip olarak 1862 yılında Fransa’da Etienne Lenoir tarafından dünyaya getirildi. İlk benzinli araba ise yine Fransa’da 1883 yılında yaratıldı ancak bu ilkel cihaz yetersiz kapasitesinden dolayı fazla uzun ömürlü olmadı. Fakat yaratmış olduğu ilham ile 1885 yılında Karl Benz adlı şahsiyet Almanya’da sağlıklı çalışan ilk benzinli motoru üretti. Ve böylece araba endüstrisinin babası oldu. Bundan sonra arabanın evrimi engellenemez bir çığ gibi büyüdü. Bu büyümenin sonucunda hayatımıza yüz yıllık bir geçmişi bile olmayan insanoğlunun çılgınlığa sürükleyebilen trafik, otopark, radar ve sürat gibi kavramlar girdi. 

Cep telefonları:

İlk resmi telefon bağlantıları operatörlerin bir delikten çıkarttıkları hatları diğer deliklere sokması ile başladı. Arayanlar telefon değişim noktalarına (operatörlere) ulaşıp istedikleri kişilere (elbette telefonu olmak koşuluyla) bağlanabiliyordu. İlk ankesörlü telefonlar 1880 yılında Amerika’da kullanılmaya başlandı. Bundan dokuz yıl sonra jeton/bozuk para ile çalışan ankesörlü telefonlar Amerikalı William Gray tarafından yaratıldı. İnsanoğlunun mekanik sülüğü olarak kabul edilen cep telefonlarının atası radyo-telefonlardı. Geçmişi 1900’lara kadar uzanan radyo-telefonları öncelikle radyocular kullanılmaya başlandı. İlk ticari radyo-telefon servisi 1950’lerde AT&T tarafından kuruldu. İlk radyo-telefon Amerikalı zenginlerin bu zaman kadar kitlesel tüketim sinyalleri vermeye başlayan arabalarına monte edildi. Yaklaşık otuz yıl sonra 1978 yılında ilk cep telefonunun dünya açılışını yaptı. Ondan sonra Nordic Mobile telefon sistemleri devreye girdi ve Norveç, İsveç, Finlandiya ve Danimarka’yı kapsayacak şekilde ilk uluslararası mobil telefon namı değer cep telefonu sistemini kurdu. Bundan sonrası ile tam bir KAOS!!! Yakın gelecekte kafalarımıza monte edilecek bir çip ile istediğimizi aramaya başlarsak şaşırmayın…

Gazlı içecek:

1741 yılında İngiliz William Brownrigg tarafından keşfedilen ilk yapay gazlı su ve karbondioksitli suyun tatlandırıcı şurup ile karışımı sonucu ortaya çıkartılan meşrubatlar ilk defa 19. yüz yılın başlarında Amerika’da piyasaya sürüldü. William Brownrigg’e rağmen meşrubatın babası Alman-İsveç olan mücevheratçı Jacop Schweppe (hepimizin bildiği Schweppe markasına adını veren şahsiyet) olarak bilinir. Zira kendisi yapay gazlı suyu ilk genel tüketime sunan kişi, yıl 1783. Ancak günümüzde bildiğimiz meşrubatı (yani tatlandırılmış karbondioksitli suyu) yaratmak için en son adımı atan kişi Townsend Speakman olmuştur. 19. yüzyılda Amerikalı eczacılar maden suyunun iyileştirici yönünü huş kökü, papatya, zencefil, saparna kökü, limon, koka ve kola gibi yan maddeler ekleyerek arttırmaya çalıştı. Bu içeceklerden en meşhuru Dr. John Styth Pemberton adlı bir eczacının geliştirdiği Coca Cola oldu. Bu içecek ilk defa 8 Mayıs 1886 tarihinde Jacobs Eczanesi’nde satışa sunuldu. İlk başlarda doldurulabilir bir ilaç olarak satılmaya başlayan bu tür içecekler şişeleme sisteminin gelişmesiyle bir anda patladı ve böylece asıl günümüzün meşrubat imparatorlukları ortaya çıktı. Zira o zamana kadar gazlı içeceği şişede tutabilmek için 1.500’ün üzerinde kapak patenti alındı ancak hiçbiri başarılı olamadı, ta ki Willian Painter adlı bir bey “taç kapak” adı verilen günümüz kapağın atasını üretene kadar.

Fast Food:

Kuzey Amerika’da hızla gelişen otomobil sektörü aynı paralellikte yol üstü lokantaların gelişmesine neden oldu. İlk defa 1904 yılında St. Louis Dünya Fuarı’nda tanıtılan hamburger ve sosisli sandviç konseptini benimseyen McDonald kardeşler, 1937 yılında kendi “drive-inn” lokantalarını açtı. Ancak herkes gibi aynı servisi vermenin rahatsızlığında olan kardeşler ayrı bir konsept altında 1940 yılında “McDonald Brothers Burger Bar Drive-In” adlı lokantayı açtı. Fakat bu da onlar için yeterli olmadı, zira farklı bir yeniliğe ihtiyaçları olduğunu kısa bir süre sonra algıladılar ve en sonunda 1948 yılında bu yeniliği denemeye karar verdiler: öncelikle menüyü basitleştirdiler böylece bıçak, çatal ve kaşık gerektirecek tüm yemeklerden vazgeçtiler. Tüm çanak-çömlek ve bardakları tek kullanımlık kupa, tabak ve poşet ile değiştirdiler. Tüm garson, otoparkçı ve hizmet görevlilerini işten çıkarttılar ve sadece ellerinde arka planda olacak mutfak elemanları ve kasiyer tuttular, zira amaçları müşterilerin birebir kasaya gelip istediklerini kendi sipariş etmesiydi.  Ancak fast food (hızlı yemek) kavramında en önemli adımı yemek hazırlama işlemlerini “ön pişirme” denilen bir prosedür ile çağ atlattılar ve böylece yemek hazırlama süresini inanılmaz derece kısalttılar. Bunun uzantısı olarak kısa zamanda da kendi yemek hazırlama şirketini kurdular.

Tüm bu işleme “Hızlı Servis Sistemi” adı verildi ve sonuç o kadar başarılı oldu ki, ilk lokantayı zincirleme olarak yenileri takip etti. Bunu kısa bir süre içerisinde mantar gibi biten yeni “fast food” markaları takip etti: bir gün Keith G. Kramer adlı bir genç bir McDonalds lokantasında yemek yedi ve memleketi olan Florida’ya döner dönmez 1953 yılında kayınpederi ile Insta-Burger King adıyla günümüzün Burger King şirketinin temellerini attı.  Bunu 1969 yılında “eski geleneklere göre Hamburger” sloganıyla Wendy’s takip etti. Böylece günümüzün “hızlı yemek” imparatorlukları, yemeğin kitlesel tüketim adresleri doğmuş oldu. Ne mutlu bizlere…

Kitle turizmi (Mass tourism):

Ulaşım, iletişim ve tüketim araçlarının bu denli çoğalmasıyla birlikte doğan bir başka “çokluk” da şüphesiz kitle turizmi oldu. Bir zamanlar yalnızca meraklı seyyahların, bilginlerin veya maceraperestlerin tekelinde olan seyahat eylemi, günümüzde bir endüstri devine dönüşmüş durumda. Uçakların yaygınlaşması, tatil paketlerinin ucuzlaması ve “herkesin her yere gidebilmesi” fikri, başlangıçta bir özgürlük vaadiydi. Ancak zamanla bu özgürlük, aynı deneyimin sayısız kopyası haline geldi. Aynı fotoğraf kadrajları, aynı “keşfedilmiş” sokaklar, aynı zincir oteller ve aynı anı paylaşımları…

Kitle turizmi, dünyanın güzelliklerini herkesin erişimine açarken aynı zamanda onları törpüledi, sıradanlaştırdı ve yerel kültürleri evrensel bir vitrin süsüne çevirdi. Seyahat, içsel bir arayıştan ziyade puan toplanan bir yarışa dönüştü. “Ben de oradaydım” diyen milyonların aynı anda aynı yere gitmesi, hem doğayı hem anlamı aşındırdı. Oysa seyahat bir “çokluk” değil, bir “ilklik” hali olmalıydı — bir yerle, bir kültürle, bir insanla ilk kez karşılaşmanın büyüsü. Ama günümüzde bu büyü, hızlı tüketimin sessizliğinde kayboluyor.

Ve böyle devam eden örnekler, listeler…

O kadar uzunlar ki, sıralayıp “çokluğa” katkıda bulunmak en son isteğim.

Belki de bir gün ‘çokluğu’ azaltmanın ilkini başlatacak bir ‘ilk’ çıkar içimizden…


Bu Makale 27.11.2025 - 15:01:40 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
Yazarın diğer yazıları
Tüm Yazıları
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.