Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Aslında yaşanan 'planlı' bir kriz

Yaşanmış, yaşanmakta olan ve büyük olasılıkla yaşanacak krizleri anlayabilmek için öncelikle sorunun konjonktürel mi yoksa yapısal nitelikli mi olduğu konusunun irdelenmesi gerekir.

Sorun yapısaldır. Yani Körfez Savaşı ya da uçak düşürme gibi konjonktürel olgularla  açıklanamaz, tedavi edilemez. 
 
Kaba çizgilerle, kitlesel olarak turizmin ortaya çıkışı sanayi devrimi ve onun tetiklediği kentleşme ile başlamıştır. İlk turistlerin sanayi devrimini gerçekleştiren ilk  ülke olan İngiltere’nin kentlerinden çıkmış olması bu tezi destekler. Turizme fırsat hazırlayan ücretli  hafta sonu ve yıllık izinler temelde çalışanların yoğun çalışma (haftada 7 gün, günde 11 saat) nedeniyle  düşen iş verimleri ve çalışma isteklerinin yükseltilmesine yönelik bir önlemdir ve arkasında dini görevlerini yerine getirebilmek için yarım gün izin verilen, yani 6,5 gün çalışanların 7 gün çalışanlardan daha fazla ürettiklerinin fark edilmesi gibi masum (!) bir neden vardır. Bugün de durum hemen hemen aynıdır.
 
İlk turistlerin İngiliz, ilk turistik ürünün güneş-deniz-kum ve ilk turizm destinasyonunun Fransa’nın Akdeniz sahillerinin olması doğrudan İngiltere’nin ekonomik (sanayi ve kentleşme) ve coğrafi (soğuk ve yağışlı iklim) koşullarıyla ilgilidir. 
 
Fransa’nın turizm başarısı İngiltere’ye yakın ve yazın açık havada şemsiye ve paltoya gerek duyulmayan bol güneşli Akdeniz kıyılarına sahip olması ile yakından ilgilidir. Aslında ilk talep güneştir. Buna, nesnel nedenlerle, deniz ve kum ister istemez eklenmiştir. Bu dönemde turizme katılanların hemen tamamı sanayi sektörü çalışanıdır ve bu durum 1970’li yıllara kadar devam edecektir.
 
Sanayi sektörü çalışanlarının büyük ölçüde bedensel bir çalışma gerçekleştirmek durumunda olduklarına dikkatinizi çekmek isterim.
 
1970 yılının birkaç yıl öncesi ve sonrasında yaşanan köklü değişimler; ekonomide, yönetimde, felsefede, kültürde, vb. olduğu gibi turizm sektöründe de önemli değişimlere neden olmuştur. Sürdürülebilirlik, küreselleşme, çevre, katılımcılık gibi günümüz kavramları bu yılların armağanıdır.
 
1970’li yıllarla birlikte turizme katılanlar arasında sanayi sektöründe çalışanların oranı giderek azalırken, hizmet sektöründe çalışanların payı hızla artmaya başlamıştır. Bedensel çalışmadan beyinsel çalışmaya geçiş anlamına da gelen bu köklü yapısal değişim, doğal olarak, turist talebi ve turizm anlayışına da yansımıştır. Hizmet sektöründe çalışanların ortalama gelirleri sanayi sektörü çalışanlarına oranla oldukça yüksektir. Bu makas sürekli olarak artmaktadır.
 
Turizmin temel işlevi olan rekreasyon da bu köklü değişimden payını almış ve ağırlık bedensel rekreasyondan beyinsel rekreasyona kaymıştır. İkisi birbirinden tamamen farklı bu yapılar farklı ürün ve sunulara gerek duyarlar. Örneğin iyi bir uyku ya da güneş banyosu bedensel yoğunluğa çare olabilirken, beyinsel yorgunluk için bir anlam ifade edemeyebilir. Aynı güneşin altında aynı şezlongda bedensel yorgun bir turist dinlenebilirken, beyinsel yorgun hizmet sektörü çalışanı bir turist beyinsel olarak kilometrelerce ötedeki ofisinde çalışmaya devam ediyor olabilir.
 
Küresel istatistiklerin net bir biçimde gösterdiği egzotik, doğal, tenha destinasyonların ve eko-turizm, kırsal turizm, eko-etiket gibi kavramların ortaya çıkışı ve hızla yaygınlaşması, beyinsel rekreasyon talebinden kaynaklanan  bu yapısal değişimin yansımalarıdır. Beyin ancak farlı  şeylerle meşgul olduğunda dinlenebilir. Alman turistlerin yerini Rus turistlerin almış olmasını bir de bu pencereden incelemek çok ilginç sonuçlar üretebilir. Aynı şekilde 1980-1990 yılları arasında ülkemizi ziyaret eden Alman turistlerin sosyoekonomik durumları ile bugün ziyaret edenlerin durumlarını incelemek ne tür sonuçlar ortaya koyabilir? Türkiye gibi bir ülkede bu tür sorulara ve analizlere kafa yormayan bir sektör, krizin çözümünü ancak  devlet desteğinde görebilir.
 
Ülkemizde turizm yatırımları 1980’li yıllarda ivme kazanmaya başladığında bu yapısal değişimler elle tutulur, gözle görünür hale gelmişti ve turizm başlarken Türkiye egzotik, doğal, tenha ve farklı bir ülke idi. 
 
ÜLKEMİZDE TURİZM PLANLA BAŞLAMIŞTIR
 
Köklü değişimlere sahne olduğunu ileri sürdüğümüz 1970’li yılların başında, bugün turizmin başkenti olarak adlandırmaktan hoşlandığımız Antalya’nın güneyinde Beydağları Olimpos Sahil Milli Parkı sınırları içinde kalan yaklaşık 80 km uzunluğundaki el değmemiş ve tenha kıyı bandı için bir turizm planı hazırlanmıştır. Daha sonraları bu plan “Güney Antalya Turizm Gelişim Projesi” adını alacak ve uygulamaya konulacaktır. 
 
İleri sürülenin aksine, ülkemizde turizm planla başlamıştır. Hatta ülkemizde turizm başlamadan önce turizm planı gerçekleştirilmiştir denebilir.
 
Kırk yıla yaklaşan  turizm serüvenimizi doğru değerlendirip, doğru çözümler üretebilmek, ancak ve ancak, işin başında yaşanan köklü değişimleri kavrayarak ilkelere dönüştürmüş bu plan ile günümüz gerçeklerini karşılaştırarak mümkün olabilir. 
 
Planın getirdiği ilk ilke plan alanının kesinlikle “kentsel ekosistemlere dönüştürülmemesidir” ve “yatak kapasitesinin 15 bini aşmaması” ilkesiyle de desteklenmiştir.  Bu ilkeler 1970’li yıllarda kendini hissettirmeye başlayan yapısal değişimlerle bire bir uyumludur ve bu tarihlerde plan yapıcıların tüm Akdeniz çanağı çevresinde bu güzellik, tenhalık ve el değmemişlikte bir başka coğrafya bulabilmenin imkansızlığını, yani alanın nerede ise rakipsiz olduğu gerçeğini görebildiklerine işaret eder. Bu iki ilke bu coğrafya için kitle turizmini değil, buna tepki olarak gelişmiş bireysel (alternatif turizm, ekoturizm, sorumlu turizm, vb. adlarla anılan turizm biçimlerinin ortak adı olarak) turizmi tanımlamaktadır.
 
Planlama alanında turistik tesis olarak otele kesinlikle izin vermeyen, bunun yerine tatil köyünü öneren ilke ile hiçbir tesisin ağaç boyundan yüksek olamayacağı ilkesi bu rakipsiz coğrafyanın kalabalık, betonlaşmış  kentsel mekanlara dönüştürülmemesine yöneliktir. Bunlara Antalya-Kemer kara yolunun bir manzara seyir yolu olarak tanımlanması, ulaşım yolu olarak kuzeydeki vadide yeni bir ulaşım yolunun önerilmesi, enerji hattı çekilmesi de dahil tüm alt yapı çalışmalarının da bu vadi kullanılarak gerçekleştirilmesi gibi birbirini bütünleyen ilkeleri de ekleyebiliriz. Bu alanda kentlerde alışık olunan görüntülere izin verilmemesi temel ilke olarak ele alınmış ve kırsal (orman dahil) görünümün bizzat kendisi en önemli turizm değeri olarak kabul edilmiştir.
 
Sözü edilmesi gereken bir başka temel ilke de tatil köyleri arasına kamping ve günübirlik kullanım alanlarının serpiştirilmesidir. Bu, üst gelir grubunun (hizmet sektörü çalışanı) taleplerine uyumlu bu tesisleşmenin yüksek fiyatlara pazarlanabileceğinin öngörülmesiyle ilgilidir. Bu durumda, güzelliklerden daha düşük gelir grubundan turistlerin de yararlanma hakkı yanında, yerli ve yabancı turistlerin etkileşime girebilecekleri ortak kullanım alanları yaratma ve böylelikle yerel halkın turistle, turizmle dost olmasını sağlama kaygısı da etkili olmuştur.
 
YATAK VE KAT SINIRI KALKIYOR
 
1980’li yılların dünya turizm paradigmasına uygun bu plan ilkeleri, ilk turizm yatırımların gerçekleşmeye başlamasıyla birlikte turizmcilerin ya da bu alana yatırım yapmak isteyenlerin baskılarıyla birer birer değiştirilmeye başlanmıştır. Önce planlanan yatak kapasitesi 25 bine daha sonrada 66 bine çıkarılmış, birkaç tatil köyü yatırımından sonra bu ilke de baskılar sonucu kaldırılmış ve bölgede ağaç boyunu aşan otel inşaatları boy göstermeye başlamıştır. Artan turist sayısı için yetersiz kaldığı gerekçesiyle manzara seyir yolu olarak, bir başka ifade ile bizatihi kendisi  bir turistik ürün olarak tanımlanan Antalya-Kemer kara yolu, manzarayı tahrip eden bölünmüş ulaşım yoluna dönüştürülmüş, enerji nakil hatları peyzaj değerlerini önemli ölçüde yıpratmıştır. Tüm bunlar, başarılı turizm ya da turizmin başkentini yaratmak adına iştahla ve şehvetle yaşama geçirilirken, turist profilinin değişmekte ve fiyatların (gelirlerin) aynı hızla düşmekte olduğu gözlerden kaçırılmıştır. 
 
Ders alınmamış olacak ki, baskılar ve teşviklerle, tatil köyleri arasına serpiştirilmiş günübirlik kullanım alanları da turistik tesislere dönüştürülmeye başlanmıştır. Bugünlerde bu planın son hatırası, son izi olan Kındılçeşme kamping ve günübirlik kullanım alanı hakkında da hüküm verilmekte ve kriz konusunda bas bas destek arayan turizmcilerin sesliğinde hem yerel halk ile turist hem de yerel halk ile deniz izolasyonu tamamlanarak planın kökü kazınmış olmaktadır. 
 
HER İKİ YATAKTAN BİRİ GECEKONDU
 
Bir başka ilginç nokta da baskı sonucu değiştirilmiş planda aynı bölge için resmi yatak kapasitesinin hala 66 bin olarak görünmesine karşılık, gerçek ve kesin yatak kapasitesinin sektör temsilcileri tarafından bile tam olarak bilinememesidir. Bölgede en azından 120 bin yatağın olduğu tahmin edilmektedir. Bu her iki yataktan birinin yasal olmadığı ya da bilinen adıyla “gecekondu” yatak olduğu anlamına gelir. Buna plandan plansızlığa evrilmenin hazin hikayesi diyebilir miyiz?
 
Ne teşvikleri veren devlet, ne yatırım yapan sektör ne de akademik kurumlar 15 bin yataktan 120 bin yatağa geçişin getiri ve götürüsünü irdelemeye istekli görünüyor. Bölgenin ilk tesisi olan Valtur-ClubMed tatil köyünün yıllara göre fiyat ve karlılık gelişimi, açılış-kapanış tarihleri, doluluk oranları ve müşteri profili üzerine yapılabilecek basit bir çalışma bile çok önemli mesajlar verebilir. Çıralı’da halen hizmet vermekte olan, plan konseptine uygun küçük bir işletmenin, krizlerden etkilenmeden yıl boyunca dolu olduğunu ve BB oda fiyatının 200-250 euro civarında olduğundan bahsetmenin bir anlamı olabilir mi? 
 
Bu tür yapısal inceleme, daha doğru bir ifade ile öz eleştiri yapmadan, kuş gribi, savaş, papaz cinayeti, uçak düşürme gibi konjonktürel bahanelerin ardına saklanarak yaşanan sorunlar çözülmeyeceği gibi, aradan geçen yarım yüz yıla karşın devletten şu ya da bu biçimde destek taleplerinin arkası da kesilemez; aksine daha da ağırlaşmasına neden olabilir.
 
TURİZMCİLER ÖZ ELEŞTİRİ HAREKETİ BAŞLATMALI
 
‘’Turizm mastır planımız yok, kentlerimiz betonlaştı ve gecekondulaştı...’’ gibi suçu başka adreslere havale etmeye çalışan sektör yetkilileri, öncelikle ve zorunlu olarak bir öz eleştiri hareketini başlatmalıdırlar. Bu ertelenemez ve çok acil bir zorunluluktur. 
 
Son söz olarak: Hiçbir turizm biçimi bir diğerinin alternatifi değil destekçisidir. Turizm farklı cazibelerin, ürünlerin pek çoğunun birlikte ve bir arada talep edildiği ve tüketildiği bir sektördür. O nedenle turizmi kongre turizmi, kitle turizmi, sağlık turizmi, ekoturizm gibi tanımlamalarla kategorize etmek anlamsız ve yanıltıcıdır. Sanayi sektöründe ya da hizmet sektöründe çalışan turistler hep olacaktır. Önemli olan turistlerin taleplerinin çalıştıkları sektöre, ekonomik ve kültürel seviyelerine, vb. göre önemli değişimler gösterdiğini, gösterebileceğini görmek ve eldeki özgün imkanları bu taleplere uygun ürün ve sunulara dönüştürebilmektir. 
 
Bu bağlamda Güney Antalya turizm bölgesi kalabalıklaştırılıp kitle turizmi alanına dönüştürülerek özgün ve rakipsiz değeri heba edilmiştir. Plan ilkelerinin uygulanmış olması durumunda bu bölgenin krizlerden daha az etkilenebileceği ve toplam gelir bakımından bugünkünün çok çok daha üzerinde bir durum sergileyebileceği iddiasındayım. Buna karşılık  Alanya, başından beri, koşullarına uygun kitle turizmini hedeflemiş ve azımsanamayacak bir başarı elde etmiştir. 


Bu Makale 08.07.2016 - 18:59:27 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • Gökhan 08.06.2016 - 04:45

    Sayın Tuncay Hocam, Yazılarınızı beğeniyle takip ediyorum. Umarım bu faydalı bilgiler ve bakış açısı gerekli kişilere ulaşır.

  • Özeleştiri 06.06.2016 - 05:11

    Yazar, turizmci özeleştiri yapsın demiş ama bizimkiler inşaattan başka bir şey yapmazlar :)

  • Neteist 04.06.2016 - 10:02

    Plan plansızlık durumu turizm sektörü özelinde ele alınmış ve gayet de iyi noktalara temas edilmiş. Ancak sayın Neyişçiye bir ekleme yapmak istiyorum. Malum, planlama dediğimiz durum, devletin sosyal olması, ekonomi dahil pek çok konuyu kamu adına kontrol etmesi ve ona yön vermesi anlamına gelir. Devlet ayakkabı mı üretir diyerek çıkılan yolda, kamu mallarını geçtim, derelerimizi, ormanlarımızı bile savunamaz bir noktaya geldik. Evet, sorun elbette plansızlık ama liberal ekonomide devleti ne kadar güçsüzleştirir, ekonomi ve diğer alanlardan ne kadar çıkarırsanız, plansızlık, başıbozukluk, niteliksizlik de o oranda alır başını gier. Gelinen noktada ise, devasa tesisleri tur operatörlerine garantili satmayı turizm zannedersiniz. Ne ülkenin ekonomisi, ne de o ekonominin herhangi bir dalı özel teşebbüsün insafıns terk edilemez. Bu ülkeye kamuculuk şarttır. Saygılar.

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.