Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Turizmin arkeolojisi, sosyolojisi, ekonomisi...

Turizmin arkeolojisi, sosyolojisi, ekonomisi...
Akdeniz çanağı sadece uygarlıkların değil turizmin de doğumuna tanıklık etmiş özel bir coğrafyadır. Dünya ölçeğinde yaklaşık olarak, her üç turistten biri, başta Fransa, İspanya ve İtalya olmak üzere, Akdeniz çanağı ülkelerinden birini ziyaret etmektedir.
1960’lı yılların sonu ile 1970’li yılların başı insanın kendisi ve çevresine ilişkin değer yargılarının köklü değişimlere uğradığı bir dönem olmuş ve turizm talebi üzerinde de köklü değişimlere yol açmıştır. Bu dönemden başlayarak Akdeniz çanağı, göreli bir turizm erozyonu yaşamış ve dünya ölçeğinde 1970 yılında, varışlar olarak, % 37.0 olan payı, 2000 yılında %31.1 e gerilemiştir. İstatistikler bu düşüşün ağırlıklı olarak talebin Doğu Asya ve Pasifik ülkelerine kaymasından kaynaklanıyor olabileceğine işaret etmektedir. Bir başka anlatımla istem, benzerliklerden farklılıklara doğru kaymaktadır.

Cebeli Tarık ve Çanakkale–İstanbul boğazları ile fiziksel olarak kuzey Akdeniz ülkelerinden ayrılan, Türkiye’nin de dahil olduğu doğu ve güney Akdeniz ülkeleri doğal olduğu kadar kültürel olarak da kuzey Akdeniz ülkelerinden farklıdırlar. Akdeniz’i çevreleyen üç kıtanın birleşme noktasındaki Türkiye, ya da daha doğru bir tanımlama ile Anadolu, bu iki farklı grup arasında, her iki anlamda da bir geçişi temsil etmektedir. Son on yılda Akdeniz çanağı ülkelerini ziyaret eden turistler içinde doğu ve güney Akdeniz ülkelerini ziyaret edenlerin payının %13.7 den %16.2 ye çıkmış olması da bu farklılığa yönelişin bir işareti olarak görülebilir.

Aynı denizi kucaklayan iki farklı coğrafya ve iki farklı kültürün kesişme noktasındaki Anadolu, sahip olduğu farklılıkları (doğu yaşam tarzı, İslam kültürü (yaşamın tümünü etkileyen yapı anlamında), Osmanlı mirası) ön plana çıkararak, Akdeniz çanağının turizmden en yüksek payları alan ülkelerin alternatifi olma şansına sahiptir. Batının doğuyu ve İslam kültürünü en kolay, en güvenli ve standartlarına en uygun bir biçimde yaşayabileceği tek yer Anadolu’dur. Türk turizmi bu farklılığı iyi anlayabilmeli ve günümüz beklentileriyle uyumlu turizm ürünlerine dönüştürebilmelidir.

Turizm bir endüstri olarak 1940’lı yıllarda Kuzey Akdeniz’in batı kıyılarında başlamış ve zaman içinde doğuya doğru uzanmıştır. Turizm, hangi temel nedenle bir endüstri olarak ortaya çıkmak zorunda kalmıştır? Bu önemli bir sorudur. Turizm sanayi devriminin bir ürünüdür ve sanayi toplumuna geçiş ile ortaya çıkmıştır. Tarım toplumlarında endüstri olarak tanımlanabilecek bir turizm hareketinden söz edilemez, çünkü bu toplumlarda çalışma yoğunluğu çok düşüktür. Sanayi, günde 8-10 saat, haftada 40-70 saat, yılda 220-350 gün gibi çalışma düzeni getirerek çalışmanın yoğunlaşmasına ve sonuçta çalışanın yorulması ve iş veriminin düşmesine yol açmıştır. Turizm, bu yorgunluğun giderilmesi ve düşen iş veriminin yenilenmesi talebinin zorunlu bir ürünüdür. Hafta sonu tatilleri ve yıllık ücretli izinlerin arkasındaki temel gerekçe de budur.

Sanayi sektörü, yapısı gereği ağırlıklı olarak bedensel çalışmayı gerektirdiğinden, turizm başlangıçta bedensel yorgunluğun giderilmesi talebine çözüm aramak durumunda kalmış ve güneş-deniz- kum (gdk) üçlemesini bir çözüm olarak üretmiştir. Kuzeyin sanayi sektörü çalışanları güneyin sıcak güneşi, kumu ve denizinde dinlenip, iş verimlerini, en azından eski haline getirebilmişlerdir. 1940-1970 yılları arasında Fransa, İtalya ve İspanya bu talebe uygun sunuları geliştirerek turizmi bir endüstri haline dönüştürebilmişler ve kalkınmalarının itici gücü haline getirebilmişlerdir.

1970 yılı, pek çok değişimin dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Değişimlerden biri, sanayi sektörünün alan kaybetmeye buna karşılık hizmet sektörünün alan kazanmaya başlamasıdır. Bir başka anlatımla çalışanların çalışma mekan ve biçimleri değişmeye başlamıştır. Sanayi sektöründe yoğunluklu olarak bedensel bir çalışma söz konusu iken, hizmet sektöründe zihinsel çalışma daha ağırlıklıdır. Bu arada birim zamanda yapılan ya da üretilen iş de artmaya devam etmektedir. Bedensel yorgunluğun yerini zihinsel yorgunluğa bırakması, dinlenme talebinin değişmesine, bir başka anlatımla turizm talebinin değişmesine neden olmuştur. Beden yorgunluğunun giderilmesi ile zihinsel yorgunluğun giderilmesi farklı turizm yaklaşımlarını ve ürünlerini gerekli kıldığından, 1970 öncesinin ağırlıklı olarak gdk üçlüsünü talep eden konaklama işletmesi merkezli turizm çekiciliğini kaybetmeye ve yerini, beyni meşgul etmeye yönelik egzotik doğa ve kültür merkezli konaklama işletmelerinden bağımsız bir turizme bırakmaya başlamıştır.

Bir başka önemli değişim de kentleşmenin hızlanması olarak kendini göstermiş, ve giderek artan bir hızla çalışanlar kısal alandan koparak kentlerde yaşamak durumunda kalmışlardır. Çalışma mekanının (kırsaldan- fabrikaya, açık alandan-kapalı alana) değişmesi, yaşama mekanının da (köyden-kente) değişmesini gerekli kılmıştır. Giderek kalabalıklaşan ve kirlenen kentlerde yaşamak zorunluluğu, neden olduğu çeşitli streslerle turizme katılma ihtiyacını yaşamın ve iş başarısının vazgeçilmez bir bileşenine dönüştürmüştür. Turizm sektöründeki hızlı gelişmenin temel dinamiklerinden biri, kentleşme kaynaklı bu zorunlulukla ilişkilidir.

Sanayi ve kentleşme aynı zamanda çevre sorunlarının da alt yapısını hazırlamış ve turizm de bu sorunların yaygınlaşması ve şiddetlenmesinde pay sahibi olmuştur. Çevre sorunları bağlamında 1970, insanın ekosfer içinde kendi konumunu yeniden gözden geçirdiği ve yeni bir ahlak (doğa merkezli-ekosentrik) anlayışının temellerini atmaya başladığı bir dönüm noktasına dönüşmüştür. Plajlarımızı deniz kaplumbağalarıyla paylaşma alçak gönüllülüğünü sindirebilmiş olmamız bu köklü ahlaksal değişimin bir uzantısıdır.

Özetlemek gerekirse, yaklaşık 60 yıl önce başlayan turizm son 30 yılda köklü değişimlere uğramıştır. Konaklama işletmesi turizmin merkezi olmaktan çıkıp bir araç haline dönerken, her türden farklılıklar (doğal, kültürel) ön plana çıkmaya başlamıştır. Turizm alanında başarılı olabilmek, talebi doğrudan etkileyen değişimleri iyi analiz edip, bu değişimlerle uyumlu sunuların yaratılabilmesiyle olasıdır.

Sanayi sektöründe çalışan bedensel yorgun Kuzey Avrupalı turistlerin dinlenme istemleri, ister istemez, Akdeniz’in güneşli kıyılarının turizm ürününe dönüşmesine yol açmıştır. Talep edilen ya da tüketilen ürün gdk olduğundan, bunların birlikte bulundukları dar bir kıyı bandında konaklama işletmelerinin inşa edilmesi ile istem karşılanmıştır. Bu dönemde başta Fransa olmak üzere, İspanya, İtalya ve daha sonra Yunanistan’ın kıyıda kent benzeri turizm yatırımları gerçekleştirmeleri bütünüyle talebin biçimlendirdiği bir olgudur ve bu ülkeler yatırımlarını kısa sürede amorti edebilmişlerdir. Temel tüketim ürünleriyle (gdk) aynı mekanı paylaştığından konaklama işletmesi turizm olayının merkezini oluşturmuştur. Bir başka anlatımla, turistler otel odalarından çıktıklarında kendilerini talep ettikleri, tüketmek istedikleri ürünlerin içinde bulabilmiş ve ısıtıcı Akdeniz güneşi altında ve sağlıklı deniz kumu üzerinde bedensel yorgunluklarını atabilmiş, temiz deniz suyunda kendilerini tatil sonrasının zorlu çalışma hayatına hazırlayabilmişlerdir. Bu dönemde, üretime olduğu gibi turizme de “kitle” karakteri hakim olmuş ve kitle turizmi çevre sorunları yaratan bir yapı kazanmıştır.

İstem ile sununun uyumu nedeniyle, bu dönemde genelde Avrupa ve özelde Akdeniz çanağı (Fransa, İspanya, İtalya) ülkeleri dünya turizminden çok büyük paylar almışlardır.

1970 sonrasında, çevresel talebin gelişmesiyle birlikte çalışma ve yaşama mekanlarındaki yapısal değişimler turizm talebini etkilemiştir. Zihinsel dinlenmenin ön plana çıkmış olması talebin farklılıklara ve heyecana kaymasına yol açmış, konaklama işletmesi turizmin merkezi olmaktan çıkarak yerini doğal ve kültürel farklılıklara bırakmıştır.

1970li yıllardan başlayarak, dünya turizmi içinde Akdeniz çanağı ülkelerinin payının düzenli bir azalma göstermesinin temel nedenlerinden biri bu köklü istem değişimiyle ilgilidir. Tablo 1’de 1970-2000 dönemi için, Türkiye ve Akdeniz çanağı ülkelerinin varışlar ve gelirler olarak dünya turizmi içindeki paylarının değişimi özetlenmektedir.

Tablo 1: Türkiye ve Akdeniz ülkeleri karşılaştırmalı turist varışları ve gelirleri*

Yıllar

Türkiye

Akdeniz

Akdeniz/Türkiye

Akdeniz/Dünya

Varışlar

(000)

Gelir

(US$ 000 000)

Varışlar

(000)

Gelir

(US$ 000 000)

Varışlar

%

Gelir

%

Varışlar

%

Gelir

%

1970

724

51

58 085

5 593

0.012

0.009

37.0

32.2

1975

1 540

200

77 582

12 430

0.019

0.016

36.2

30.5

1980

1 288

326

92 942

29 868

0.013

0.011

33.6

28.4

1985

2 614

1 482

116 367

33 009

0.022

0.044

36.2

28.0

1990

5 389

2 705

153 443

74 602

0.035

0.036

33.2

27.7

1995

7 726

4 957

162 677

106 158

0.047

0.046

29.7

26.1

2000

11 569

7 636

216 807

125 107

0.043

0.061

31.1

27.5

*WTO verilerinden yararlanılarak geliştirilmiştir

Görüldüğü gibi, 1970 yılında varışlar olarak %37 ve gelir olarak %32.2 olan Akdeniz çanağı ülkelerinin payı 2000 yılında sırasıyla, %31.1 ve %27.5 e gerilemiştir. Akdeniz çanağında gözlenen bu istikrarlı erozyonun yukarıda açıklanan istem değişimi ile yakından ilişkisi vardır. Bunun bir işareti olarak, aynı dönemde, Akdeniz çanağı içinde Türkiye’nin payı varışlarda %0.012, gelirlerde %0.009 değerlerinden, sırasıyla %0.043 ve %0.061 değerlerine yükselmiştir. Bu istikrarlı gelişim Türkiye’nin geleneksel Akdeniz destinasyonlarına göre farklılığı ile açıklanabilir.

WTO 2001 Tourism Market Trends raporunda genelde Avrupa ve özelde Akdeniz çanağındaki bu erozyon, talebin Doğu Asya/Pasifik pazarına kayması ile açıklanmaktadır ve bizim farklılığı ön plana çıkaran yorumumuzla örtüşmektedir. Doğu Asya/Pasifik 2000 yılında 122 milyon varış ve en yüksek büyüme oranıyla, dünya turizm varışlarının %16 ve gelirlerinin %17 sini elde etmeyi başarabilmiştir.

Aslında Akdeniz çanağı gerek doğal ve gerekse kültürel değerler bakımından dünyanın en zengin coğrafyalarından biridir. Bu farklılıklar coğrafyasında Türkiye çok özel bir konuma sahiptir. Akdeniz haritasını üstünkörü bir inceleme bile bu gerçeğin kavranması için yeterlidir. Bu coğrafya doğuda Çanakkale-İstanbul ve batıda Cebeli Tarık Boğazlarıyla fiziksel olduğu kadar, kültürel anlamda da ikiye ayrılmaktadır. Bu boğazların kuzeyinde kalan kıyı alanları dağlık, ormanlık bir doğal yapı ve Hıristiyan ağırlıklı bir kültürel yapı sergiler. Buna karşılık, doğu ve güneyde kalan kıyılar çöl ve dağlık alanların hakim olduğu bir doğal ve İslamın egemen olduğu bir kültürel yapıya sahiptir. Bir başka anlatımla, Akdeniz çanağı doğal olarak ikiye bölünmüş iki farklı dünyadan oluşmaktadır. Dünya turizm istatistikleri, çanağın doğu ve güneyinde turizmin bir endüstri olarak 1970 yılından, yani turizm talebinde ortaya çıkmaya başlayan köklü değişimlerden sonra gelişmeye başladığını ortaya koymaktadır ve istem değişiminin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Ülkeler bazında Tablo 2 bu gelişimi netleştirmektedir.

Tablo 2: Kuzey ve Doğu/Güney Akdeniz Ülkeleri Turist Varışları Karşılaştırılması*

ÜLKELER

Kuzey Akdeniz

(000)

ÜLKELER

Doğu ve güney Akdeniz

(000)

1990

2000

1990

2000

Arnavutluk

30

40

Türkiye

4 799

9 587

Hırvatistan

7 049

5 831

İsrail

1 063

2 400

Makedonya

562

224

Mısır

2 411

5 116

Yunanistan

8 873

12 500

Ürdün

572

1 427

İtalya

26 679

41 182

Lübnan

440*

742

Malta

872

1 216

Libya

96

45*

Slovenya

650

1 090

Filistin

175*

271

İspanya

34 085

48 201

Suriye

562

950*

Yugoslavya

1 186

160

Cezayir

1 137

866

Fransa

52 974

75 500

Fas

4 024

4 113

Kıbrıs (Güney)

1 561

2 686

Tunus

3 204

5 057

TOPLAM

134 521

188 630

TOPLAM

18 483

30 574

Kuzey/Güney

%13.7

%16.2

  • WTO verilerinden yararlanılarak geliştirilmiştir

Görüldüğü gibi 1990-2000 yılları arasındaki dönemde doğu/güney Akdeniz’in payı, 1990 da %13.7 değerinden 2000 yılında %16.2 değerine yükselmiştir. Bir başka anlatımla Akdeniz çanağı içinde de turizm talebinde geleneksel kuzey destinasyonlarından egzotik, farklı doğu/güney destinasyonlarına doğru bir yönleniş izlenmektedir. Bu işaretler, Akdeniz çanağı çevresindeki asimetrik turizm paylaşımının düzelme eğilimine girdiğinin de habercileri olarak kabul edilebilirler.

Türkiye ya da daha doğru ve stratejik bir tanımlama ile Anadolu, üç kıtanın birleşme noktasında ve üç kıtanın özelliklerini de içerir konumdadır. Anadolu yarım adası aynı zamanda doğu ile batının, İslam ile Hıristiyan kültürlerinin de kesişme ya da geçiş noktasındadır. Bu özellikler Anadolu’ya doğal olduğu kadar kültürel anlamda da, yeni kuşak turizm talebine uygun ürünlere dönüştürülebilecek benzersiz zenginlikler sunmaktadır. Anadolu turizmi farklı özelliklerini çok iyi değerlendirmek ve çağın beklentilerine uygun olarak turizmin hizmetine sunabilmek durumundadır.

Türk turizmi tanıtım stratejilerinde bu özelliklerini ön plana çıkararak Anadolu kavramını kullanmayı denemelidir. Anadolu yerine göre Türkiye’den çok daha fazlasını ve yerine göre de daha azını ifade edebilmektedir. Anadolu gerçek bir ergime, kaynaşma, melezlenme noktasıdır ve Anadolu’da hüküm süren her kavim ya da ulus bir süre sonra Anadolululaşmıştır. Anadolu’da 1000 yılı aşkın bir süreden beri hüküm süren biz Türkler, Türk olduğumuz kadar Anadoluluyuz da. Anadoluluk inancımızdan dilimize tüm kültürel yapımızı derinden etkilemiştir. Turizm sektöründe insan sadece mal ve hizmet sağlayan bir kaynak olmanın çok ötesinde, turistleri bir ülke ya da yöreye çeken temel bileşenlerden biridir. Anadolu, içerdiği çok farklı değerler dikkate alındığında, yeni kuşak turizm talebine en uygun coğrafyalardan birinin adıdır.

Gerek Dünya ve Avrupa ve gerekse Akdeniz çanağı içinde yeni kuşak turizm talebinin çizmekte olduğu rota, Anadolu turizminin kullanımına çok önemli imkanlar sunmaktadır. Kuzey ya da batıyla benzerliklerini ön plana çıkarma ağırlıklı turizm politikaları Türk turizmini modası geçmekte olan konaklama işletmesi merkezli bir yapıya zorlamıştır. Sonuç olarak genç ve dinamik Türk turizmi fiyat düşürdükçe müşteri bulabilen bir açmazla karşı karşıya bırakmıştır. Farklılıklarımızın üstünün örtülmesi ya da görmezlikten gelinmesi, ağırlıklı olarak konaklama işletmesi merkezli turizm stratejisinin bir dayatmasıdır. Dünyaca ünlü “Türk Kahvesi” ve “Türk Hamamı”nın neredeyse unutturularak “Nescafe” ve “Sauna”nın yaygınlaştırılması bu stratejinin ilk akla gelen örnekleridir ve maalesef bu örnekler çoğaltılabilir. Çin ya da Japonya’da olduğu gibi, Türk Kahvesi, kavrulmasından öğütülmesine, pişirilmesinden sunumuna bir ritüele dönüştürülerek turizmin hizmetine sunulabilir, nescafe’ye yenik düşmesi önlenebilirdi. Türk Hamamı için de, eğlencesinden, masajına dek geliştirilerek turizmin hizmetine sunma bağlamında, benzer şeyler söylenebilir. Bu özgün kültürel öğelerin turizmin hizmetine sunulamaması, turizmimizi fakirleştirmekle kalmamış, kişiliksizleşmesine de yol açmıştır.

Dünya turizminde yaşanan gelişmeler, yeni kuşak turistlerin benzerliklerden çok farklılıkların çekiciliğine kapıldıklarını işaret etmektedir. Anadolu hem konum bakımından farklılıkların birleştiği bir coğrafyada bulunmakta hem de geleneksel Akdeniz destinasyonlarına göre çok farklı kültürel değerleri içermektedir. Fransa, İspanya, İtalya, Yunanistan gibi, turizm pazarında rakibimiz olan ülkelerin sahip olamayacağı değerlerdir bunlar; Doğulu karakterimiz, İslami kültürümüz ve Osmanlı mirasımız gibi. Yeni kuşak turizm talebinde önemli ağırlığı olan bu kaynak değerlerimiz ne yazık ki talebe uygun turistik ürünlere dönüştürülememiştir. Bu özellikleri ve Akdeniz çanağı turizm pazarında gözlenen dönüşümler dikkate alındığında Anadolu Akdeniz çanağının parlayan yıldızı olmaya ve Fransa, İspanya ve İtalya’nın 1970 öncesi rolünü devralmaya en yakın aday olarak görülmektedir. Bu çok önemli bir fırsattır ve mutlaka değerlendirilmesi gerekir. Bu rolün gereği gibi oynanmasında ekoturizm en etkin araçlardan biri olarak görünmektedir.

Yukarıda açıklamaya çalışılan değişim ve Anadolu’nun sahip olduğu değerleri somut örneklerle açıklayabilmenin simgesel örnekleridir Orient Ekspres ve Harem-Selam. Orient Expres doğulu, Harem-Selam’da İslami ve Osmanlı karakterimizi temsil etmektedir. Anadolu batının doğuyu ve islamı en kolay, en güvenli ve standartlarına en uygun olarak yaşayabileceği bir coğrafyadır.

Daha turizm endüstriye dönüşmeden, doğunun gizemi ve farklılığı sanayileşmiş batının elit gezginlerini doğuya çekebilmiştir. Sirkeci Garı ve Pera Palas Oteli bu maceranın ürünleridirler. Bugün Orient Ekspres’in turizm yoluyla sağlayacağı tanıtım ve barış boyutundan çok politik bir film nedeniyle anılmasını anlayabilmek mümkün değildir. Oysa Orient Ekspresi canlı tutarak ve Anadolu’nun ve orta doğunun içlerine kadar uzatabilmek hem turizm adına ve hem de barış adına daha anlamlı ve yararlı sonuçlar verebilirdi. Bu konuda bir karşılaştırma yapabilmek için Güney Afrika’nın Mavi Treni örnek olarak verilebilir.

Dünyaca ünlü Topkapı Sarayı Müzesinde Dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olan Osmanlıların farklı çağrışımlara neden olan atmosferi ne derecede hissettirilebilmektedir? Osmanlı’nın en çok merak edilen Harem yaşamı konunun uzmanlarınca turistik bir ürün olarak sergilenebilecek biçime getirilemez miydi? Ziyaretçileri Topkapı Sarayından alıp Dolmabahçe Sarayına Saltanat kayıklarıyla götürmek nasıl etkilerdi İstanbul’un ya da Türkiye’nin imajını? 10 Roma, 82 Bizans imparatoru ve 30 Osmanlı Sultanı tarafından yönetilmiş ve yaklaşık 1500 yıl başkentlik görevi üstlenmiş ve iki kıta üzerine kurulmuş tek kent olmasına karşın İstanbul’un, Paris ya da Londra gibi bir kent turizmi markası haline gelememiş olmasının yanıtı bu ve buna benzer çok yönlü ve farklı boyutlarının turizm ürününe dönüştürülememiş olmasıyla yakından ilgili olmalıdır. W.A. Mozart başta olmak üzere, pek çok sanatçıyı etkilemiş Mehter Müziğini izleyebilecek imkanların yaratılamamış olması da bu özgün değerlere ilgisizliğin, farklılıkları değil benzerlikleri ön plana çıkarma yaklaşımının uzantılarıdır. Bu saptamanın diğer ucunda turistik tesislere yakıştırılan adların oluşturduğu bir liste bulunmaktadır.

Türk turizmi, Anadolu Yarımadası coğrafyası üzerinde, rakiplerinin hiçbir biçimde sahip olamayacağı çok zengin ve çok farklı doğal ve kültürel değerlerini yeni kuşak turizm istemlerine uygun turizm ürünlerine dönüştürdüğünde, dönüştürebilme becerisini gösterdiğinde Akdeniz çanağının yıldızı parlayan özgün bir turizm ülkesi olabilecektir. Bu çok önemli ve iyi değerlendirilmesi gereken bir şanstır. Bu başarılamadığında, Türkiye fiyat düşürdükçe müşteri bulabilen, hangi ülkede olduğunun farkında olmayan ziyaretçilerin uğrak yeri ve kişiliksiz bir turizm ülkesi olmaya mahkum kalabilecektir.

Özetlenmeye çalışılan özellikler Anadolu’nun “butik” ya da özgün bir coğrafya olarak nitelenmesine izin verebilecek önemdedir. Bu özellikler aynı zamanda, bu yıl kutlanan “Dünya Ekoturizm Yılı” ile de örtüşmekte ve Anadolu’yu bir ekoturizm cenneti olarak niteleyebilmemize izin vermektedir.

Doğal değerlere olduğu kadar kültürel değerlere de saygılı ekoturizm bu anlamda çok önemli kilit bir rol üstlenebilir. Ancak Türk turizmi ekoturizmin sıklıkla konuşulacağı “2002 Dünya Ekoturizm Yılı”na çok hazırlıksız ve Ulusal Ekoturizm Konseyini kuramamış, ekoturizm uygulamalarını düzenleyecek yasal, teknik ve yönetsel alt yapıyı hazırlamadan girmiştir. Bu durum Anadolu’nun çok zengin ekotourizm değerlerini yanlış kullanma ve ziyan etme riskini yükseltmektedir.

Ağırlıklı olarak, dar bir kıyı bandında yoğunlaşmış ve kitle turizmi talebine göre gerçekleştirilmiş turizm yatırımları ekoturizm müşterileri için uygun değildir. Kaynak değerlerin sürdürülebilirliği bağlamında ilgili tarafların eğitimini gerekli kılan ekoturizm özel müşteri gruplarına hitap eden bir turizm biçimidir ve gerekli büyüklük ve çeşitlilikte ürün arzını gerekli kılar. Kitle turizmi ağırlıklı bir yapıdan ekoturizm uygulamalarına geçebilmekte, uydu turizmi olarak adlandırabileceğimiz bir yaklaşımdan yararlanmak zorunlu gibi görülmektedir. Bazı yönleriyle kırsal turizm olarak da tanımlanabilecek bu uygulamada, kıyı bandı dışında kalan, başta korunmuş alanlar olmak üzere, doğal ve kültürel bakımdan farklı ve önemli kaynaklar, ekoturizm felsefesine uygun olarak ekoturizm ürünlerine dönüştürülmekte ve kitle turizmi kanallarıyla gelen turistlere pazarlanmalıdır. Bu durum ekoturizm ya da kırsal turizm ürünlerinin belirli bir nitelik ve nicelik kazanmasına kadar sürdürülebilir ve daha sonra doğrudan ekoturizm uygulamasına geçilebilir. Uydu turizmi bir yandan ekoturizm ürünlerinin artmasına ve ilgililerin deneyim kazanmasına katkı sağlarken diğer yandan da küçük ekoturizm işletmelerine maddi bir destek yaratabilir. Bir başka anlatımla, uydu turizmi, kırsal turizmle birlikte ekoturizme geçişte aracı bir işlev yüklenebilir.

Sonuç

Üzerine oturduğu coğrafyanın özel durumu Anadolu’yu özgün doğal ve kültürel değerler zengini yapmıştır. Dünya, Avrupa ve Akdeniz çanağı özelinde gözlenen farklı, özgün, otantik doğal ve kültürel değerlere yönelen turistik istem, rakiplerine oranla çok farklı değerlere sahip Türkiye’ye çok önemli imkanlar sunmaktadır. Farklılıklarını iyi değerlendirebilen, ve yeni kuşak turizm istemine uygun turizm ürünlerine dönüştürebilen Türkiye Akdeniz çanağının parlayan yıldızı olmanın en şanslı adayıdır.


 


Bu Makale 01.02.2019 - 14:07:24 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.