Kar beyazdır hayat
“Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm,”
Işık Dağı zirvesine doğru yürüyüşe başlarken bu şarkıyı hatırladım. Bembeyaz karlar içinde yol alırken, gün boyu bu şarkı dilimden düşmedi adeta. Şarkıda ölüm, beyaz kara benzetiliyor. Oysa Işık Dağı’na çıkarken bembeyaz kar, doğada öyle bir görüntü oluşturuyor ki, onu seyrederken tabiat için bir ölüm değil, tertemiz bir sayfa gibi geliyor bana.
Toprağıyla, bitki örtüsüyle, dağları taşları sarmalamış kar. Kış uykusuna geçerken tabiata bir yorgan olmuş. Bahara hazırlıyor onları, yeniden canlandırmak üzere. Bir gelinlik giymiş sanki doğa. Üzerindeki devasa çam ağaçları gelinliğin süsleri gibi. Işık Dağı zirvede gelin başı gibi bütün heybetiyle bizleri bekliyor. Zirvede yer alan radyolink istasyonu ve vericiler taç görevi üstlenmiş gelinliğin üzerinde.
Işık Dağı, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesi ile Çankırı’nın Çerkeş ilçesi arasındaki dağ silsilesinin en yüksek zirvesi. Ankara’ya 115 km. Kızılcahamam’a 33 km. uzaklıkta. Meşe, dişbudak gibi ağaçların bulunduğu ormanlarla çevrili olan dağın en yüksek noktası 2034 metreye ulaşıyor. Ankaralı trekkingciler için dört mevsim çıkılmak istenen en prestijli rota ve zirve. Işık Dağı’na gitmek için Ankara-İstanbul yolunu takip edip Kızılcahamam’ı geçtikten sonra Çerkeş yoluna dönmeniz gerekiyor. Yaklaşık 30 kilometre gittikten ve Belpınar köyünü geçtikten sonra orman içine giren patika yolu takiben kuzeyden zirve yapabilirsiniz ya da zorluk derecesi daha az olan yolu tercih etmek de mümkün. Yağcı Hüseyin köyünden başlayan stabilize radyolink yolundan, yani güney kısmından zirveye çıkabilirsiniz. Ekip olarak bu kez kuzeyden dağa çıkıp, Yağcı Hüseyin köyüne inerek yürüyüşümüzü tamamlamak istiyoruz.
Hava sıcaklığı eksi 12 derecelerde. Oldukça soğuk bir havada başlıyor yürüyüşümüz. Ana yoldan aşağı patika yola giriyoruz. İki hafta önce yağan kar, yer yer 30-40 cm. kalınlığa ulaşmış görünüyor. Karda bata çıka yürümeyi sevenler için oldukça yeterli derinlikte kar kalınlığı. Bizden önce herhangi bir ekip yürümediği için öncü arkadaşlarımızın açmış oldukları ayak izleri üzerinden yürüyoruz.. Yemyeşil çam ormanı ve bembeyaz karın görüntüsü muhteşem. Çam ağaçlarının dallarını saran yoğun kar, katmer katmer olmuş kartpostaldan fırlamış gibi. Üzerindeki karın ağırlığından değil de karda kayıp düşersek tutuverecekler gibi dallarını aşağı sarkıtmış olan çam ağaçları karşısında büyülenmemek ne mümkün.
Yaklaşık 500 m. yürüyüşümüzün ardından mola veriyoruz. Zira her ne kadar önden giden arkadaşlarımızın ayak izlerinden yürüsek de kar kalınlığı rahat yürümemize engel oluyor. Bu yüzden hem yavaş yürüyoruz hem de sık mola veriyoruz. Soluklanmak ve yürüyüşçüler arasında en önden en arkaya uzun mesafe bırakmamak için. Bir müddet sonra vücut ısılarımız arttıkça üzerimizdeki kat kat giysiler de birer birer azalıyor. İnanamıyorum, böyle bir havada, bir anda sadece iki içlikle kalıyorum. Buna rağmen yukarıya doğru ilerledikçe terlediğim anlar bile oluyor neredeyse.
Zaman zaman çam ormanlarının arasından çıkıp açık alanlarda yürüyüşümüze devam ediyoruz. Hava soğuk olsa da güneşli bir gün. Güneş ışıklarının vermiş olduğu parlaklıkla birlikte manzara muhteşem görünüyor. Beyaz bir çarşafı andıran karın üzerinde insan ayağı izi yok. Demek ki avcılar henüz uğramamış buralara. Sevindirici bir tablo. Ancak nadiren küçük ayak izlerine rastlıyoruz. Ormanların sevimli yaratıkları... Ya bir tilki ya bir tavşan olsa gerek... Kalın kar örtüsünün üzerinde kalan otsu bitkilerin üstündeki kristalize olmuş kar taneleri de adeta beyaz gelin çiçekleri gibi... Bu defa kardelenler değil, otsu bitkiler fotoğraf karelerimizin süsü oluveriyor. Deklanşöre basan parmağım, havanın soğuğuyla buz tutsa da “Bana mısın?” demiyor. Şikâyet etmiyor her zamanki gibi görev aşkıyla.
Zirveye doğru yaklaşırken eğim seviyesi yüzde yetmişlere ulaşıyor neredeyse. Soluk soluğayız artık. Tepe noktalara yaklaşırken kar kalınlığı da bir hayli artıyor buralarda. Bazen attığımız adımlar yarım metreyi bulan kar kalınlığına rastlıyor, dizlerimize kadar gömülüyoruz derinliklerinde. Tozluklarımız donmuş bir vaziyette artık. Dengemizi kaybedip düştüğümüz anlar oluyor bazen ya da bacaklarımızdaki dermanın tükendiği anlar... Ama her şeye rağmen kendi çabamızla saplandığımız yerden çıkmak ve yürümek müthiş bir zevk. Zirveye çıkma düşüncesi, zorlukları aşmada gücümüz oluveriyor bedenlerimizde.
İşte tepedeyiz…Işık Dağı’nın 2034 metrelik zirvesinde…Devasa görünümleriyle zirvede her tarafı buz tutmuş radyolink istasyonu ve devasa demir yığını pilonlar karşılıyor bizi. Zirve sert rüzgârların etkisiyle ağaçlardan yoksun ve çıplak. Az sayıda ayakta kalabilmiş ağaçlar da boynunu bükmüş sert rüzgârlara karşı. Zirvede kral sensin, der gibi! Ama şansımızdan bugün sert rüzgârdan eser bile yok.
Zirvede olmak müthiş bir duygu. Ciğerlerimize çekiyoruz, buz gibi temiz havayı defalarca... Böyle bir lüksü ömründe kaç defa yaşar insan? Bir daha... Bir daha derin bir “Oh!” çekerek…
Alabildiğine geniş bir dağ manzarası…Uzaklarda Çerkeş, Salın Yaylası... Çam ormanları, baraj gölü…Bir ressamın fırçasından çıkmışçasına panoramik bir görüntü karşımızda… Bembeyaz karlar arasında siyah görünümleriyle nefis bir manzaraya yol açan dağların sırtları ve yamaçlar...
Engin manzarayı izlerken gün boyu dilimden düşmeyen “Kar beyazdır ölüm” şarkısı, yerini,
“Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır, dağlar...”
Şarkısındaki sözlere terk ediyor bir anda.
Evet bu duygularla olsa gerek ben de bu yürüyüşün ardından;
“KAR BEYAZDIR HAYAT” diyorum.
Kalın sağlıcakla....
Bu Makale 14.02.2017 - 21:00:34 tarihinde eklendi.