Zekeriya Şen

Hediyelik eşyalar

Hediyelik eşyalar

Turistler, evde yedikleri türden yemeklere odaklı bir seyahat deneyimlemeyi isterler; örneğin İngilizler, patates içermeyen herhangi bir yemeği küçümser- pirinç ve spagettinin canı cehenneme! Ve bir bira varken kim şarap ister?

Türkler ise gittikleri her yerde mutlaka Türk yemeği olması gerektiğine kendilerini inandırırlar. Özellikle sabah kahvaltısının kutsal DPZ (Domates- Peynir- Zeytin) üçlüsü olmaz ise ciddi anlamda keyifler kaçar. Sosyal yaşamın hangi sekmesinden gelirseniz gelin, dünyanın neresine seyahat ederseniz edin Türkler bu kutsal üçlüyü kahvaltıda görmek zorundadır. Bunun haricinde her şey sınırlar içerisinde makul olarak kabul görür. Biraz yerel renge, özellikle de sahte çingeneler tarafından yapılan flamenko-tıngırdatmalarına ve pejmürde hediyelik eşyalara itiraz etmezler, aksine severler. Nazar boncuklu her şeye, taşra kostümü giymiş bebeklere, her türlü kaselere, ebat ebat buzdolabı magnetlerine, işlemeli Toledo çeliğinden kâğıt bıçaklara, tenekeden yapılmış tasarım harikası olan küpelere, renkli kurdeleler sarkan plastik kastanyetlere, gezmekte oldukları bölgeye ait tişörtlere, irili ufaklı posterlere, zeytin ağacından yapılmış tereyağı bıçaklarına, kar kürelerine ve buna benzer pek çok hediyelik eşyalara hep sıcak bakarlar. Ama ne hikmet ise güzergahın sunduğu eşsiz, gerçek el sanatlarına yakından yaklaşmaktan çekinirler.

Hediyelik eşya konusu hassas bir konu zira farklı zevklerin, çıkarların ve açık sözlü kararların sürekli çatıştığı bir alandır. Çocukken, hediyelik eşya dükkânlarının hazineleri arasından seçim yaparken, annemle babam arasında geçen anlamlı bakışmaları hatırlıyorum. O sessiz anlar, bir üründen diğerine atlamalar, anlık karar değişimleri hala gözümün önünde. Hiçbir şey söylenmeyen bu ortamlarda, genelin zevkinin ne kadar çocuksu ve olgunlaşmamış olduğu aşikardı. Öte yandan bir de gerçek parçaları mekanlardan hediyelik eşya (anı) olarak toplayanlar vardı. Hiç unutmuyorum bir gezginin tehlikeli bir alışkanlığı vardı, gittiği her ören yerinden bir antik taş parçası, kırık kiremit taşırdı. Ne kadar uyarırsak uyaralım bu huyundan asla vazgeçirememiştik. Belki de ilhamını, 1861'de annesine Sfenksi görmeye gittiğini ve "herkesin yaptığı gibi eve götürmek için boynunun bir kısmını kırdığını" yazan genç İngiliz örneğinden aldı, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu da başka türlü hediyelik eşya olarak kabul edilirdi; gizli ve tehlikeli türden.

Herkes gibi ben de hediyelik eşyaları severim, özellikle çok az ziyaret edilen güzergahlardan alınan hediyelerin anıları paha biçilmez olur. Bir dönem gittiğim her yerden bir tane alma ritüelim vardı, şükürler olsun daha sonra bu hastalığımdan kurtuldum. Gidilen her okul seyahatinde mutlaka yemek ve ufak bir hediyelik eşya için harçlık verilirdi. Bir akrabanız, ebeveynleriniz her zaman yurt dışındaki son seyahatlerinden bir hatıra getirmelerini beklenirdi. Sağ salim eve dönmeleri değil, o bavuldan size ne hediyelik eşya getirdikleri önemliydi.

Yaş aldıkça, çok sık seyahat ettikçe, yaşam döngüm boyunca hediyelik eşya toplama türlerinin nasıl değiştiğini deneyimledim. Pejmürde hediyelik eşyalar, zaman içinde garip kokulu yerel likör şişelerine, kumsalda unutulmaz bir günden kalma uğurlu bir taşa ve daha sonrada kartpostallara dönüştü.

İlk organize paket turlarla birlikte, on sekizinci yüzyıl dünyasında hediyelik eşya pazarı da gelişti. Bir önceki yazımda kartpostallardan bahsetmiştim, bunlar ilk hediyelik eşyalar olarak algılanabilir. Ancak daha sonra arkeolojik buluntulara büyük bir talep oluşmaya başladı. Bu da kısa süre sonra yerel halkın bu buluntuları taklit etmeye teşvik etti. Bir ara gezilen her yerin minyatür hali turistlerin eve dönüş bavullarında mutlak yer almaya başladı. Amaç gezilen yerlerden evinize bir şey getirmekti. Bir ara Berlin duvarı, Pompei lav parçaları en popüler hediyelik eşya olarak turistlerin gözbebeği oldu. Yerel sanatçılar ve zanaatkarlar yalnızca turist pazarı için çalışmaya başladılar: sürekli olarak yeni "yerli zanaat" biçimleri üretilmeye başlandı.

Bir dönem Çanakkale’yi ziyaret eden yabancılar, olası savaş alanlarında gördükleri her türlü kemiği bilinçsiz olarak evlerine taşıdılar. Sözde atalarının bir parçası bu kemik ile özleştirildi. Bu süreçte antik demir para replikaları, adeta topraktan o an çıkartılmış gibi tozlu, topraklı turistlere satılmaya başlandı. Kısa bir süre zarfında otantik zanaatkarlar işi gücü bırakıp sadece turizm ticaretine kapıldılar. Başka yerlerde olduğu gibi burada da "yerli el sanatları" ve "yerel hediyelik eşya" türleri kısa sürede bulanıklaştı, değersizleşti, zira içindeki özellik boşaltılmaya başlandı. Belli bir süre zarfında hediyelik eşya dükkanlarında her şey Çin malı olarak karşımıza çıkmaya başladı.

Ve işte bu aramadan sonra burada hediyelik eşya üretiminin küreselleşmesinin başlangıcına tanık oluyoruz. Yöresel malzemelerin büyüsünü içeren bir parça satın almak yerine, Çin’in bir köyünde üretilen tişörtler, Tayvan’da yapılan magnetler, ama hepsi yerel.

Hediyelik eşya dükkanları tarih boyunca mümkün olan her şekilde kınanmış, hor görülmüş olsa da, varlığını sürdürmekte ve gelişmekte. Amerikalı bir şair ve edebiyat eleştirmeni olan Susan Stewart'ın “On Longing” (Özlem Üzerine) adlı klasik çalışmasında popülariteyi açıklamaya yönelik çok başarılı bir girizgâh yapmıştır. Özünce şunu ifade eder: İster satın alınsın ister bulunsun, hediyelik eşyaların o güzergâhın büyüsünü taşıdığına ve uzak bir yerden gelmedikleri takdirde bu büyünün buharlaştığına dikkat çeker. O ufacık eşyada taşınan o anlamlı anılar ve onun doğurduğu anısal yük.

Ne yazık ki kötü bir örnek ama Antakya’dan alınmış olan hediyelik bir eşyanın şimdi taşıdığı yük, anlam ve duygu geçmişe göre çok daha derin. Buzdolabınız kapısında duran o magnet, şimdi daha farklı. İşte insanın gelişimi, hayatta tecrübe ettikleri ve deneyimleri bu hediyelik eşyalar üzerine ayrı bir ifade yüklemesi yapar. Hayal kurmak için bir araç olarak garip bir çekiciliğe sahiptir.

Hatıra eşyalarının çağrışım gücü, anıları depolamaktan başka işlevi olmayan tüm bu nesnelerin, görünüşteki değişmezliklerinde yatar. Bunlar içerisinde neler yok ki; içmek için kullanılmayan bardaklar, bir somun ekmeğin asla yaklaşmayacağı boyalı kesme tahtaları, asla bir yemek konulmayacak tabaklar, toz çeken bez bebekler, asla giyilmeyecek olan yöresel şapkalar vb. Ancak sürekli değişiyorlar ve baştan çıkarıcı haydutlukları, uzayda ve zamanda yolculuk yapan gemiler oldukları gerçeğini gizleyebilir.

Evet, hediyelik eşyalar önemsiz görünebilir, ancak uyandırdıkları anlatılar ve anılar herkes için farklı olmaktadır. Fetiş, nostalji, kullanım değeri olmayan bir nesne, bir anlatı tetikleyicisi olabilir, bir hatıra beslemesi? Bir hatıranın en çarpıcı özelliği, açıklığı ve zihni her yöne taşımaya hazır olmasıdır. Dünyanın dört bir yanına dağılmış milyonlarca minik pirinç Galata Kulesi olabilir, ancak hiçbiri aynı anlamı taşımaz.

Özcümle, hediyelik eşyalar hoşgörülü ama yine de derinlemesine bakılınca üzerine üç sayfalık bir makale yazılabilecek kadarda zengindirler…


Bu Makale 22.02.2023 - 16:26:58 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • Nedime Dicle 23.02.2023 - 02:03

    Çok keyifle okudum. Çok doğru tesbitler ve örneklemeler. Souvenir psikolojisi cidden üzerine kafa yorulması gereken bir konu. Hele çin işin içine girince özgün ve otantik ne kadar olabilir? Hem güldüm hem hüzünlendim okurken. Antakya’dan alınmış bir eşarbım aklıma geldi ve ne güneşli bir günde almıştım, şimdi gördükçe içim acıyacak.

  • Omur Yeker 22.02.2023 - 06:59

    Güzel yazı, kaleminize sağlık!

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.