Zekeriya Şen

Kitle turizmi nasıl başladı?

Kitle turizmi nasıl başladı?

Yirminci yüzyılın ilk yıllarında, giderek artan zenginlik ve merakın teşvik ettiği seyahat, genişlemeye devam etti. Özellikle Britanya gibi ülkelerde, zorunlu eğitim dayatmasıyla, meraklar seyahat yönünde artmaya başladı.

Batıdaki nüfusun dışa dönük tutumu ve ulaşımda sürekli iyileşme ve gelişme, seyahati genişletmeye devam etti. Bilhassa başlangıçta ve hatta hala, anakara Avrupasında seyahat etmek çok güvenli. Siyasi olarak nispeten istikrarlı olan bu bölge, içerisinde seyahat etmek için pasaport veya benzeri belgeler gerekmediğinden, seyahat kolaylığını çok rahat benimsedi. Fransız Rivierası tatil beldelerinin Birinci Dünya Savaşı arifesine kadar yaklaşık 50 bin Britanyalı gezgin tarafından kışı geçirmek için kullanılan en popüler güzergâh olduğunu anımsamakta da fayda var.

Büyük Savaş felaketi, birçok ülkenin vatandaşları için pasaportların yaygın olarak kullanılmasına yol açmasına rağmen, seyahatin genişlemesine ancak kısa bir süre engel olabildi. 1920’lerde Avrupa'ya dönen refah ile birlikte büyük ölçekli göç akımı birleştiğinde hem Atlantik'te hem de Avrupa'da yoğun bir seyahat trafiğine vesile oldu. Özellikle savaş sırasında muharipler tarafından yabancı ülkelerin ilk elden deneyimi, ilk kez, genel toplumun daha az varlıklı kesimleri arasında yurtdışı seyahatleri hakkında bir merak duygusu uyandırdı. Bu sektörler aynı zamanda savaştan sonra gelişen yeni kitle iletişim biçimlerinden de etkilenmeye başladı öncelikle radyo, sinema ve nihayetinde televizyon. Şu an bazılarını olumsuz olarak nitelendirsek bile, o dönemde bunların tümü nüfusu eğitti ve dünyayı daha fazla görmeye yönelik ilgiyi teşvik etti. Özünde merakı uyandırdı.

Savaştan sonra seyahat biçimleri de kökten değişmeye başladı. Motorlu taşıtın piyasaya sürülmesinden sonra, demiryolları beklenildiği üzere sürekli bir düşüş eğrisine girdi. Karayollarının genişlemesi ve düzenlenmesi ile birlikte, toplu taşıma ihtiyacı doğdu. İşte bu dönemde ilk başta ordunun fazlalık kamyonlarından uyarlanmış, banklarla donatılmış ve ilkel bir otobüs formu olarak tanımlanan charabanc’lar devreye girdi. Özünde charabanc’lar ilgi çekici yerleri ziyaret etmek için gruplar tarafından kullanılan büyük, eski moda bir araç. Birkaç sıra koltuğu olan büyük, antika olan bu bozma otobüsler, özellikle insanları gezilere veya tatile götürmek için kullanıldı. İlk seyahat otobüsleri diyebiliriz aslında.

Bu araçlar 1920'lerde deniz kenarı gezileri için büyük bir popülerlik kazandı. Ancak zayıf güvenlik ölçütlerinden dolayı, karayolu taşımacılığı regülasyonların hayata geçmesine neden oldu. İmkânı olanlar için daha lüks otobüsler üretilmeye başlandı. Motorways isimli bir firma hızlı bir şekilde masaları, büfe barları ve tuvaletleri olan rahat koltuklu 15 kişilik pullman minibüsler üretmeye başladı. Avrupa ve Kuzey Afrika'nın birçok yerinde işletilen bu otobüsler, Doğu ve Orta Afrika'daki safarilerde kullanıldı ve hatta Londra ve Nice arasında 5 günlük bir süre içerisinde haftada iki kez hizmet vermeye başladı.

Özel motorlu taşıtın sunduğu bağımsız seyahat özgürlüğü, demiryollarının tatil taşımacılığındaki tekelciliğinin gittikçe azalmasına vesile oldu. Motorlu arabanın tatil için yaygın olarak kullanılmasının kökleri, Amerika’ya dayanmaktadır. Nedeni çok basit: 1908'de Henry Ford'un popüler Model T arabasını halkın satın alabileceği bir fiyata kitlesel olarak satışa sunması. 1920'lere gelindiğinde, özel otomobil kullanımı ABD'deki orta sınıflar için lüks tüketimden çıkıp popüler bir eğlence haline geldi. Elbette bu mobilite kısa bir zaman içerisinde kampçıları ve karavancıları da tetikledi. Karavanlar (veya Amerikan terminolojisine göre treylerler) 1930'larda seyahat haritasında yerini aldı ve çok kısa bir sürede yani 1937’ler de 100.000 treylerin yollarda olduğu kayıt altına alınmış (On Holiday-A History of Vacationing - Orvar Löfgren, 1999).

Aynı şekilde, 1930'lara gelindiğinde özel otomobiller Britanya’da büyük ölçüde ilgi görmesine rağmen Kıta Avrupasındaki demiryolu hizmetleri hala dominantlığını sürdürebildi. Bundan dolayı özellikle Avrupa’da tren yolculukları kültürü hala gezginlerin ruhuna işlemiş durumda. Ancak bu dominantlık havayollarının devreye girmesiyle birlikte doğal olarak arka plana itildi. Bu düşüşü durdurmak için çok çaba sarf edildi, bundan dolayı demiryolları hizmeti dört büyük şirkete ayrılarak dengelendi. 1990'ların ortalarında yeniden özelleştirilene kadar kamu kontrolü altında kaldı.

Denizde uzun yolculuklar eğlence amaçlı seyahat aracı olarak popülerleşirken, seyir kavramı ancak yavaş yavaş yakalandı. Esasen bir seyir olarak ele alınan gemi seferlerinin ilk örnekleri arasında, ABD Batı Kıyısı ve Hawaii arasındaki Matson Line hizmetlerinden bahsedilebilir. Bu firma söz konusu adaları gemi seyahati kavramı içerisinde turizme açtı. 1927'de Waikiki adasında açılan ve "Pasifik'in Pembe Sarayı" olarak bilinen The Royal Hawaiian Otel, bu egzotik adalara gelen ziyaretçileri ağırlamak için inşa edilen ilk otellerin başında yer alıyor ve hala Marriott çatısı altında faal. Öte yandan çok önemli bir özelliği daha var bu otelin, Royal Hawaiian Hotel, bugün 'her şey dahil' tatil olarak bildiğimiz kurguyu sunan dünyadaki ilk otellerden biri. Zaman içerisinde Fransız Rivierası ve İsviçre'deki oteller de maalesef bu modayı takip ettiler. Hawaii, turizm sektöründe genel anlamda ilk lüks paket gezilerin organize edildiği güzergahlardan biriydi. Lüks tanımı ilk defa bu paketlerde kullanıldı. Ancak 1950'lerde havayolları devreye girince, kitlesel turizm ciddi anlamda bu adaları sömürmeye başladı ve eski lüks kalite standardı maalesef yok oldu.

Ve kitlesel turizm hikayesi böylece ilk bebek adımını atmaya başlamış oldu…


Bu Makale 03.09.2022 - 10:16:50 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.