Feyzi Açıkalın

Hangi yıllara geri döndük?

Turizmin kötü gidişiyle 1990’lı yıllara geri döndüğümüz söyleniyor. Doğrudur ama o yıllarda yaşananlar dünya egemeninin akut bir müdahalesi, Körfez savaşı ile ortaya çıkan bir “kriz” idi ve sonuçlanınca düzelecekti; düzeldi de… Ben, sokakların ıssızlığı açısından 1970’li yıllar benzetmesini daha uygun buluyorum.

Çünkü o yıllarda Ramazan yine yaz aylarına denk gelmekteydi. Sokaklarda özellikle gündüzleri kimsecikler olmazdı ama bu durum kendi yağıyla kavrulan şehrin ekonomisini bozmazdı.

Alanya çarşısı önemliydi. Yıllar sonra gelişen otelcilikle birer çekim merkezi haline gelen beldeler, o yıllarda masum birer köydü. Cakasından geçilmeyen eski belde belediye başkanlarının babaları olan muhtarlar, henüz oraların canına okumayı düşünemiyorlardı. Dolayısıyla her ne koşulda olursa olsun, şehirde bir ticaret dönerdi.

Turizm evden dönme pansiyonlarla henüz başlamış, oteller bile inşa edilmemişti. İnşaatlar Karadenizli müteahhitlerce değil, Alanyalı kalfalarla gerçekleştirilirdi. İç Anadolulu seramikçi yok, yerli fayansçılar vardı. Güneydoğu Anadolulu sigara kaçakçılığını araba bagajlarında değil, 10 tonluk Leyland’larla, adam gibi yapardı! Uyuşturucu kaçak alınmaz, basit Vita tenekelerinde yetiştirilirdi. Yalnızca “Soğuk Ayran” Sait vardı, plajda turistlere satış yaparak yaşamını kazanan…

Alışveriş yapılmazsa batacak olan bakkal sayısı çok azdı. Dükkan kepenklerini yarı açık tutup, bize “el altından!” satış yapan dondurmacı halinden yakınmazdı. Oruç tutmayanların gittiği sahildeki lokanta, daimi konuklarını kuytu köşelerinde ağırlardı. Şimdilerin, “Komançi” saç kesimli delikanlılarının telefonla oynayıp, müşteri bekledikleri caddede!

Şehrin Ramazan’daki huzurlu sessizliğini balıkçı teknelerinin Pancar motorları bozardı! Bir de sabahın köründe babamın, hurma ağacımızın üstünde hırsızlık yaparken yakaladığı balıkçıya ettiği küfürler; hurma yaprağının dikenini balıkların solungaçlarından geçirip satmaya götüren balıkçılara…

Marketimiz yoktu ki tavuk satılsın… Komşunun kızı öğlene pişecek tavuğu kestirecek adam bulamazdı yoldan geçen. Bir keresinde, dinamitle balık avlarken kolu kopan ve o şekilde motor kullanan birisine bile razı olmuştu! Adama “eşhedü en la ilahe ill-allah” demesini bile ben hatırlattıydım!

O yıllarda şimdilerde olduğu gibi egzozu bozdurulmuş motorlar şehri esir almazlar, gürültüye boğmazlardı. Belli aralıklarla yolları sulayan Alabacak amcamın kullandığı arozöz (Fransızca ‘arroseuse’), belki de Miki’nin polisten kaçarken kullandığı Jawa… Hiç unutamadığım ise sağ arka köşelerinde güzel kızların oturduğu Suriye plakalı lüks Amerikan arabalarıydı. Gülümsediği babası tarafından dikiz aynasından görülmesin diye sotelenen, şimdinin bahtsız insanları…

Şehir ıssızdı ama diskolar, lokantalar, çaput satanlar, betoncular, iş ve meslek erbabı yoktu krizden etkilenecek. Tuhafiyecilerin İstanbul Yahudi toptancısından sonsuz kredisi olduğu için, banka çankayla işleri yoktu. Bir tek Ramazan davulcusu sorunsalımızdı; ya haraç ya da tehditle uzaklaştırılırdı. Bir de su yoktu nedense memlekette; ağızda tuzlu ten tadı kaldığında puan kaybederdi mesela, sevgililer…

O günlere bir özlem mi bu yazılanlar? Evet ama kıyamete kadar süreceği açıklanan bir kavganın ürünü olmak çok acı. Geleceğin kurulamadığı, ne 1970 ne de 1990’lara benzeyen; salt kriz diye adlandırılmayacak, dünyanın gidişatından soyutlanamayacak ve ağır bedellerin ödeneceği bir kaos… 




Bu Makale 27.06.2016 - 13:28:46 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.