Ahmet Zeki Apalı kimdir?

TurizmGüncel'in sektörü kamuoyuna armağanı Turizmden Portreler'in yeni konuğu Turist Rehberleri Birliği Başkanı Ahmet Zeki Apalı. Apalı, Denizli'nin Yatağan kasabasında başlayıp Ankara'ya, Ürgüp'e ve İzmir'e uzanan başarılarla dolu yaşam hikayesini TurizmGüncel okurları için anlattı. Keyifli okumalar.

Turizmden Portreler - TurizmGüncel

1969 yılında Denizli'nin Acıpayam (şimdi Serinhisar) ilçesine bağlı Yatağan kasabasında dünyaya gelen Ahmet Zeki Apalı, ilk ve orta öğrenimini Yatağan'da tamamlamış. Yatağan'ın Selçuklu döneminde kurulduğunu anlatan Apalı, kasabanın Osmanlı'nın İstanbul'u fethettiği sırada yaptığı kılıçlarla orduya destek verdiğini ve Yatağan'ın aynı zamanda bir kılıç ismi olduğu notunu da düşüyor.



NARENCİYE BUDAMA MAKASI YAPAN BİR BABANIN EVLADI

Ahmet Zeki Apalı, biraz ailesinden bahsetmesini istediğimizde ''Biz dört kardeşiz'' diyerek başlıyor anlatmaya:

İki kız iki erkek olmak üzere dört kardeşiz. Babam iyi bir zanaatkardı. Mütevazi bir atölyede narenciye budama makasları yapardı. Annem ise ev hanımıydı.

Babam yaptığı işte oldukça hünerli bir insandı. Almanya'dan şirketlerin yetkilileri gelip, 'siz damganızı vurmayın, makasları biz pazarlayalım' dediklerinde babam karşı çıkmıştı. İnsanlar 'neden karşı çıktın?' diye sorduklarında, ''Fiyatı bir ise üç olacak ve yine bizim insanımıza satılacak' yanıtını verirdi.


Ahmet Zeki Apalı, babası ile Salda Gölü'nde

Bu marka devam ediyor mu hala?

Apalı İMSAN'dı o, imalat sanayiinin kısaltılması. Şu anda kuzenlerimiz babadan kalan o kalıpları aldı ve devam ettiriyorlar.

İlk ve ortaokulu Yatağan'da okudunuz. Sonrasında lise eğitimi var. Liseyi nerede okudunuz?

Liseye gelmeden önce bir anımı anlatmak istiyorum. Toz-topak içinde oyun dolu çok keyifli bir çocukluk dönemi geçirdim. 


Ahmet Zeki Apalı ve ablası

''İSMİMDE 'AHMET'İN DE OLDUĞUNU OKULDA ÖĞRENDİM''

Okula ilk kayıt olduğumuzda çok enteresan bir şey yaşadım. O dönemlerde çocuklar nüfus cüzdanlarını görmezdi, aileler saklardı kaybolmasın diye. Okula ilk başladık, heyecanlıyız. Öğretmen 'Ahmet' diye seslendi, kimseden ses yok. Tekrar tekrar sordu, yine ses yok. Sonra 'Ahmet Zeki Apalı’ deyince el kaldırdım. Ben o güne kadar bir adımın da Ahmet olduğunu bilmiyordum.

İlk ve ortaokulda çok çalışkandım. İlkokulda hiç iyi’m olmadı bütün derslerim 'pekiyi' idi. Ortaokul bitirme not ortalamam 10 üzerinden 9.93'tü. O dönemde iki aşamalı fen lisesi sınavları oluyordu. Ben hiçbir şekilde dersaneye gitmeden, test kitabı çözmeden sınava girdim. Bizim tek çalışma kaynağımız, İzmir'deki amcamın gönderdiği hayat ansiklopedileriydi.


İlkokul öğretmeni Mehmet Soğancı ve sınıf arkadaşları ile birlikte

SINAVDAKİ BAŞARISI DİKKAT ÇEKTİ

Fen lisesi sınavlarının ilk aşamasını kazandım. İl genelinde kazanan 4-5 kişiden biriydim ve bu dikkat çekti. Sınavın ikinci aşamasını kazanamadım çünkü 3 tane lise vardı ve kontenjan çok azdı. 'Başarılı bir öğrenci, iyi bir okulda okutalım' denildi benim için. İzmir'deki amcam Atatürk Lisesi'nin uygun olacağını söyledi.


İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfta dershane arkadaşları ile

ATATÜRK LİSESİ'NE YAZILIYOR, İZMİR YILLARI BAŞLIYOR

O zamanki Atatürk Lisesi'nin müdürü notlarımı görünce beni okula kabul ettiler. Küçük bir çevreden çıkıp İzmir'e gittim. Atatürk Lisesi'nin öğrenci ve aile yapısı da bize göre çok daha farklıydı. Hayat anlayışları ve ekonomik koşulları bizden farklı olduğu için bir süre adaptasyon sorunu yaşadım ama güzel bir okul dönemi geçirdim İzmir'de.

Atatürk Lisesi çok disiplinli bir okuldu. Lacivert ceketlerimiz, gri pantolonlarımız ve armalarımız vardı. Tırnaklarımızdan saç kesimimize kadar kontrol edilirdi. İlk zamanlar zorluklar oldu ama okulu, okulun tarihini ve okuldan mezun olanları öğrenince benim için zorluklar çabuk geçti, okulumla gurur duydum.


ODTÜ'de okudğu yıllarda ilkokul öğretmenlerine yaptığı ziyaretten. Yatağan Namık Kemal İlkokulu bahçesi

ODTÜ YILLARI VE TURİZMLE TANIŞMA

Çalışkan bir öğrenci olduğunuz için üniversiteyi de rahatlıkla kazanmış olmalısınız?

Aslında orası da enteresan. İlk aşamada çok yüksek puan almıştım, ikinci sınav da iyi geçmişti. Ben sınav sonuçlarını değerlendirdiğimde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü kazanıyorum diye çok rahattım, çünkü bu okulu ve bölümü istiyordum. Ancak sonradan, soru kitapçığında çözdüğüm sorulardan bir kısmını cevap kağıdına aktarmadığım ortaya çıkınca bir alt sıradaki tercihim olan ODTÜ Jeoloji Mühendisliği geldi. ODTÜ'de hazırlık okudum ve hazırlıkla beraber İngilizce merakı başladı.

Biz de 'biraz İngilizce pratik yapalım' diyerek, oda arkadaşımla beraber Ürgüp'e gittik. Orada arkadaşımın ailesinin işletmesi vardı. O dönemde Avusturalyalılar çok gelirdi Ürgüp'e. Gelen insanlar günübirlik değildi o zamanlar. 3 gün, 5 gün kalanlar olurdu. Akşamları oturup onlarla sohbet ederdik...

Üniversite yılları ile birlikte yavaş yavaş turizmle tanışmaya başladınız yani?

Evet, o dönemde turizmin tozu ciğerlerimize girmeye başladı. Öyle de kaldı zaten devam etti.

''JEOLOJİ MÜHENDİSİ OLARAK ÇALIŞAMACAYACAĞIMA KARAR VERDİM''

ODTÜ, tabi mühendislik olarak ağır bir bölüm. Ama asıl zorluk, kış aylarında sahaya çıktığımızda, kar, yağmur altında arazi raporlamaları ve haritalamalarda oluyordu. Bir taraftan da tabi turizmin ışıltılı dünyasını da biliyoruz. Ve ben jeoloji mühendisi olarak çalışamayacağıma karar verdim.

Tam o dönemde Ankara, Marmara ve Ege üniversitelerinde rehberlik bölümleri açıldı. Ben sınava girdim ve tercih olarak Ege Üniversitesini yazdım. Rehberlik mesleğiyle alakalı en keyifli eğitim öğretim dönemlerini de o zamanlar yaşadım diyebilirim.


Ahmet Zeki Apalı, ODTÜ'de çıkardıkları Yatağan Dergisi isimli dergi için yazı yazıyor

BABADAN NASİHAT: BİLDİĞİNİZ YOLDA YÜRÜYÜN, EN İYİ BİLDİĞİNİZ İŞİ YAPIN

Peki aileniz mühendisliği bırakıp rehberliğe geçmenize kızmadı mı? Bir de o dönem rehberlik toplumda çok da tanınan bir meslek değil.

Ailem hoşgörülüydü ve kararları bizlere bırakırdı. Ben bu meseleyi konuştuğumda rahmetli babam, ''Ben ortaokulu okudum, devamını getirmek için imkanım olmadı. Sen ve ablan üniversitelere kadar geldiniz. Sizin eğitim durumunuz bizden çok daha fazla. Eğitim konusunda size tavsiye edecek değilim ancak bizim de hayat tecrübemiz sizden fazla, söyleyeceklerim tecrübelerimden kaynaklı olacaktır. Bu sizin hayatınız. Hangi işte daha başarılı olacağınızı düşünüyorsanız o yolda yürüyün ama yaptığınız işi en iyi şekilde icra edin'' dedi.


Ege Üniversitesi Çeşme Meslek Yüksekokulu Turizm Rehberliği bölümünden arkadaşlarıyla

Maddi anlamda rahat mıydınız?

Dört kardeşimin dördü de okullarda okuyordu. Ailenin kazancı mütevazi bir atölyede yapılan ürünlerden elde ediliyordu. Ben zaten turizme başladıktan sonra, en azından aileme yük olmamaya başladım. Bu durum, bir yandan da kendi kararlarımı daha rahat almamı sağladı.

APALI, REHBERLİK BÖLÜMÜNE KAYDINI YAPTIRIYOR

Turizme geçmeye karar verdiğim için 1990 yılında artık ODTÜ'de derslere girmemeye başladım. Rehberlik bölümü 1991'de açıldı, ben ise 1992 yılında okula kaydoldum. Hazırlık sınıfından muaf olduğum için bir yıl kayıt dondurarak derslere 1993’te başladım.

Turizme giren insanlarla konuştuğumuzda genelde otellerde garsonluk, acentelerde transfermenlik vb işlerle başladıklarını görüyoruz. Siz neden rehberliği tercih ettiniz?

ODTÜ hazırlığı bitirdikten sonra, ailesi Ürgüp'te turizm işletmeciliği yapan oda arkadaşımla birlikte sık sık buraya giderdik. Ben de girişken bir yapıya sahiptim ve yabancı dilde pratik yapmak istiyordum.

ODTÜ'deki kitapların çoğu Oxford Üniversitesi basımı idi ve çok pahalıydı. Öğrenciler orijinal basım kitapları satın alamadığı için bunlar fotokopi ile çoğaltılırdı. Biz de tanıdık yerlerde onları çoğaltıp öğrencilere satarak para kazanırdık. ODTÜ'de okumanın bir gururu vardı. Yılbaşları ve bayramlar gibi özel günlerde, okuldan öğrenciler kartpostallar gönderir diye girişimci ruhumu gösterip bir matbaa ile anlaşmış, rengarenk ODTÜ logolu kartpostallar yaptırmıştım. İnsanlar bunları alıp yakınlarına gönderiyordu, biz de oradan bir kazanç elde diyorduk...



''GEL ÜRGÜP'E GİDELİM...''

Bu yönümü bilen arkadaşım, 'benim ticaretle hiç alakam yok, hem sen de pratik yapmak istiyorsun, gel Ürgüp'e gidelim' dedi. Böylelikle Ürgüp'e gittik Onların mağazalarında turistik ürünler satılıyordu ve ben rehberlerle karşılaşmaya başladım. Yaptıkları işi, anlattıkları şeyleri görünce çok daha ilgimi çekti. Motosiklet kiralayıp bölgeyi gezmeye başladım. Hem genciz, hem meraklıyız.

Bu dönemde Ürgüp’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Güran Erbek isimli bir bey ile tanıştım. Güran bey bakanlık adına halılarla ilgili bir katalog hazırlıyordu. Orada tesadüfen karşılaştık ve bize, 'önümüzdeki yıllarda rehberlerin üniversitelerden gelmesi için çalışma yapılıyor. Sizin gibi pırıl pırıl gençler neden bu işi üniversiteli olarak yapmasın?' dedi.

ÜLKENİN ALANINDA UZMAN HOCALARINDAN DERSLER ALDI

Bu aklımın bir köşesinde kaldı tabi. Üniversite sınavına girip bölüm de açılınca Ege Üniversitesi Çeşme Meslek Yüksekokulu Turizm Rehberliği bölümüne kaydoldum. Sınıfta 18 kişiydik. Benim danışmanım, aynı zamanda rektör yardımcısı olan, Prof. Dr. Ali Rıza Karacan'dı. Urartu konusunda dünyada önemli birkaç isimden biri olan Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu, Türk Tarihi konusunda en iyilerden biri olan Prof. Dr. Tuncer Baykara, Prof. Dr. Ersin Döğer, Prof. Dr. Şadan Gökovalı, Prof. Dr. Zeynep Mercangöz, Prof. Dr. Bekir Deniz gibi, Türkiye'nin alanlarında en iyi hocaları geliyordu derslerimize. Üniversite, 18 kişilik sınıfa çok iddialı kadroları veriyordu. Benim hayatımda dersleri en keyifle takip ettiğim dönem o dönem oldu.

Okulu bitirdikten sonra rehberlik hayatınız başladı mı hemen?

O dönemle alakalı ilginç bir durum vardı. Devlet, rehberlik konusunda 2 yıllık ön lisans programı açtı ama mezunlara rehberlik hakkı tanımıyordu. Rehberlik bölümünü okuyorsunuz ve sonrasında bakanlık kurs açıyordu. Bölgesel rehberlik 3 ay, ülkesel rehberlikse 7-8 ay. Yani rehberlik bölümünü bitirseniz dahi o programa katılmak zorundaydınız. İkinci üniversitesi olanlar var, bilinçli olarak gelenler var. Her şeyden önce lisan problemleri yok bu öğrencilerin.



''BAKANLIĞI FAKS YAĞMURUNA TUTTUK''

O zamanlar şimdiki gibi cep telefonları, e-posta vb hızlı haberleşme imkanı yoktu ve ben bu haksızlığa karşı diğer iki üniversitedeki rehberlik öğrencilerini faks, mektup yazma gibi yöntemlerle bir araya getirmeyi başarmış ve mezunlara rehberlik hakkı tanınması için bakanlığı dilekçe yağmuruna tutturmuştum. Her gün onlarca dilekçe, faks Bakanlığa bu konuyla ilgili üç farklı okuldan gönderiliyor ve ortada bir sorun olduğu anlatılıyordu.

Bir gün enteresan bir şey oldu. Bizim yaşımız normal turizm öğrencilerinden biraz daha büyük olduğu için bir program veya etkinlik olduğunda, ilk yılki danışmanım Ali Rıza bey, ikinci yıl  danışman hocam Altan Bey bu etkinliklere beni yönlendirirdi. Senatoda öğrenci temsilciliği, gençlik festivallerinde organizasyon komitesi üyeliği gibi görevleri ben üstlenirdim.

''TRT'NİN PROGRAMINA BEN GÖNDERİLDİM''

O zamanlar TRT'de Uğur Dündar'ın yardımcısı, bir gençlik programı yapıyordu. Okul benim ismimi vermiş. Ben de Amerikan Koleji mezunu bayan bir arkadaşımızın da programa dahil olmasını istedim. Programda, o dönemde hocalarımızın kurmaya çalıştığı rehberler odasının sekreteri ve iyi bir rehber olan Necdet Issı abi, tanınmış acentelerin temsilcileri ve Kültür Turizm Bakanlığı Müsteşarı Korel Göymen bey var.

Katılımcıları öğrendikten sonra iyi bir çalışma yaptım. Okuldaki araştırma görevlilerinin birinden bilgisayar alarak tablolar çıkardım. Bu tablolar, pilot uygulama olarak ön lisans eğitimi verilen okulda aldığımız derslerin saatlerini ve ders aldığımız hocaları gösteriyordu. Örneğin, bakanlığın sertifika programında hangi ders kaç saat ve kim tarafından verilmiş, bizde kaç saat ve kimler tarafından verilmiş, onlardaki amfilerde kaç öğrenci ders almış bizde sınıflarda kaç öğrenci... Bunların tablolarını çıkardım ve oranladım.

Televizyon çekimlerine biraz erken giderek katılımcılara derdimizi anlattık. Orada bir kamuoyu oluşturduk. Bakanlık öğrencilerin durumunu bilmiyordu. Dışarıdan bizi 'ön lisans' öğrencisi, yani lisansı kazanamamış, hasbelkader ön lisans programına girmiş öğrenciler olarak görüyorlardı. Muhtemelen Korel bey de öyle görüyordu.


Dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Korel Göymen ile birlikte

''BEN SİZİN BU KADAR İSTEKLİ, PIRIL PIRIL GENÇLER OLDUĞUNUZU BİLMİYORDUM''

Korel bey ilk başta bize pek sıcak davranmadı. Ama program içinde biz, yaptığımız çalışmaları tane tane anlattık. Ben, 'Barajın kaç olduğu önemli değil, bizlere sınav hakkı verilmesi lazım' dedim. Diğer katılımcılar da destek verince orada bir fikir birliği oluştu.

Program bitiminde Korel bey geldi elimizi sıktı ve, ''Çocuklar, ben sizin bu kadar istekli, pırıl pırıl, başarılı gençler olduğunuzu bilmiyordum' dedi ve kartvizitini vererek 'Randevuya gerek yok. Ankara'ya geldiğinizde arayın, yanıma gelin' dedi.

Ahmet Zeki Apalı ve arkadaşlarının uğraşları sonuç vermiş ve bir hafta sonra sınav düzenlemesi ile ilgili görüş almak için okuldan bir hoca Ankara'ya davet edilmişti. Bakanlıkla görüşmeye Şadan Gökovalı'nın gittiğini ifade eden Apalı, ''O zaman KPDS dil sınavı vardı. Bizim için geçme notunu 70 olarak belirlemiş, iki kere de sınav hakkı tanımışlardı.'' diyor.

BU SEFER DE 2 KERE SINAV HAKKI TANINMASINA KARŞI ÇIKIYORLAR

Ahmet Zeki Apalı ve arkadaşları, bu sefer sınav sayısının ikiyle sınırlandırılmasına karşı çıkıyorlar. Apalı, ''Hastalık, aksaklık, psikolojik etkenler oluyor diyerek bu sınırlamaya karşı çıktık. Sonra, sanıyorum 1994 veya 1995 yılında, bu engeller de kaldırıldı ve bizim rehber olmamızın önü tamamen açıldı. O dönemde organize olmak, farklı şehirlerdeki o kadar insanı bir araya getirmek çok zordu ama üstesinden geldik.'' diyor.

Rehberlik bölümü ön lisans öğrencileri için sınav hakkının kazanılmasında büyük emekleri olan Ahmet Zeki Apalı, 'aslında rehberlik için çok da uygun bir sınav değildi, rehberlik konuşma ağırlıklı bir meslekken, sınav gramer ağırlıklıydı' dediği KPDS'den başarılı olarak rehber olmaya hak kazanıyor.

Ahmet Zeki Apalı, rehberliğe hak kazandıktan sonra mesleki kariyerinin nasıl şekillendiğine ilişkin ise şu bilgileri veriyor:

''Ben 1994 mezunuyum. O yıllarda Net Holding'de iyi bir konumda çalışıyordum ve güzel bir işim vardı. Dolayısıyla rehberliğe hemen başvurmadım.

Kapadokya'ya pratik yapmak üzere gittiğim dönemlerde, farklı dillerde kokart dediğimiz rehberlik belgesi olan ODTÜ'lü arkadaşlarım vardı. Bazen onların gruplarına eşlik ediyordum, bir yandan da orada karşılaştığım çiftlere veya iki arkadaş olarak gelmiş turistlere rehberlik yapıyordum. Onlara bir yerleri gezdirirken pratik yapıyorduk ama para almıyorduk. Bunu yaptığımız yıllar tabi 1980'lerin ikinci yarısı...

''BELGEMİ ALINCA BÜYÜK GRUPLARLA ÇALIŞMAYA BAŞLADIM''

Ben belgemi 1996 yılında aldım. Tabi belgemi aldıktan sonra büyük gruplarla çalışmaya başladım. Profesyonel anlamda ilk turumu Avrupalı bir gruba yaptım. Bir haftalık bir Ege turuydu. Büyük şirketlerde yöneticilik de yaptım ama rehberliğin verdiği keyif oralarda yoktu. Sahaya çıktığımda insanların beklentilerini tahmin edebiliyordum ve o bilgileri insanlara veriyordum. Bu birikimi rehberlik bölümünde okurken elde ettim.



Hem 90'lı yıllardaki hem de günümüzdeki turist profilini yakından gözlemleme şansı olan Ahmet Zeki Apalı'ya o zamanların turist profili ile şimdiki arasında bir kıyaslama yapmasını istiyoruz. Apalı, turist profilindeki değişime vurgu yaparak şu noktaların altını çiziyor:

O dönem sadece Avrupa'dan değil, Avustralya, Kanada, ABD gibi deniz aşırı ülkelerden de turist geliyordu.  Şimdiki olanaklar elbette yoktu ve gelen insanlar, belli zorluklara katlanarak geliyordu. Dolayısıyla, hem ekonomik hem de kültürel anlamda belli bir düzeyleri vardı. Bu durum da insanların hoşgörü sahibi olmalarını beraberinde getiriyordu.

O dönemlerde en büyük sorunu mola yeri ve tuvalet-lavabo konusunda yaşıyorduk. Rehberlerimizin olağanüstü çabaları ve iyi niyetleri, turistler tarafından bu eksikliklerin hoşgörü ile karşılanmasını sağlıyordu.

BELEDİYE HOPARLÖRÜNDEN TURİSTİ MİSAFİR EDİN ANONSU

Ürgüp'te belediye hoparlöründen, ''İlçemize gelen 15 misafir otellere ve pansiyonlara yerleştirilememiştir. Misafirlerimizi ağırlayabilecek hemşehrilerimiz/vatandaşlarımız belediyeye gelsin'' şeklinde anonslar yapıldığını ben kulaklarımla duydum. İnsanlar da belediyeye gider, dışarıda kalanları evlerinde götürür orada ağırlarlardı.

''KİTLE TURİZMİ TURİST PROFİLİNİ DEĞİŞTİRDİ''

Kitle turizmine geçtikten sonra acımasız bir rekabet oluştu. Hem eğitim hem de ekonomik anlamda alt düzeydeki turisti ülkeye getirmeye başladık. Konaklama ve ulaşım standartları yukarı çekildi ama gelen insan profili düştü. Bilgili insanlar daha mütevazi ve hoşgörülü olur. Biz ise daha az bilgili dolayısıyla hoşgörülü olmayan insanları getirdiğimiz için ne yapsak bu turist profilini memnun edemiyoruz.

Burada da en büyük sorumluluk rehberlere düşüyor. Biliyorsunuz biz 36 milyon ziyaretçi sayısına çıkarak dünya 6'ncısı olduk. Bunun sürdürülebilir hale gelmesinde en büyük etken, kültür turlarındaki rehberlerin performansıdır. Çünkü Anadolu'yu karış karış gezerken, köy evlerine uğrayıp çay içtiler, tarla kenarında durup ekilen biçilen ürünleri, çiçekleri böcekleri anlattılar, yerel hayatı ve kültürü tanıttılar. Böylelikle merak edilen şeyleri gösterdiler onlara hissettirdiler Anadolu'yu... Bunun sonucunda da Türkiye tatilinden dönen insanlar, elbette bu güzellikleri döndüklerinde ailelerine ve yakınlarına anlattılar. Gelenler tekrar tekrar, duyanlar ise büyük bir merak ve heyecanla Anadolu’yu görmeye geldiler.

''İNSANLAR EKO-TURİZMİ YANLIŞ BİLİYOR''

Kitle turizminin bazı destinasyonlar için yıkıcı bir etkisi olduğunu dile getiren Apalı, özellikle Karadeniz'deki yapılaşmaya dikkat çekerek şunları söylüyor:

Şu anda kitle turizmi ağırlıklı çalışıyoruz. Bu bir pazarlama stratejisi. Antalya ve Ege'de bu belli ölçülerde sürdürülebilir ancak biz onu şu anda Karadeniz'de de uygulamaya başladık ki, bu çok tehlikeli ve büyük bir yanlış. 2023 stratejik planında Karadeniz eko-turizm alanı ilan edildi. İnsanlar eko-turizmi, ekolojik ürünlerin sunulduğu bir turizm çeşidi zannediyor. Hayır! Eko-turizm kendi kültürünüzü, doğal varlıklarınızı, sosyal değerlerinizi, kendinize ait ne varsa onları muhafaza ederek bölgeyi turizme açmak demek. Kitle turizminin tam tersi de diyebiliriz. Daha az sayıda insana hizmet verirken çok daha fazla ekonomik kazanç elde etmek ve bunu yaparken de her şeyinizi olduğu gibi koruyup ‘siz olarak’ kalmak en büyük avantajı. Oradaki amaç, 5 milyon yerine 500 bin turist ağırlamak ama 5 milyon turistten elde edilen gelirden daha fazlasını elde etmektir.

''EKO-TURİZMDE AMAÇ BAŞKADIR''

Şimdi bakıyorsunuz, Cerattepe, Yeşil Yol, Ayder, Uzungöl gibi kamuoyunun yakından bildiği noktaların durumu ortada. Devletin en üst kademesinden en alta artık herkes orada yanlış giden bir şeylerin olduğunu dile getiriyor. Uzun soluklu planlama yapmalı, bölge halkını eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Eko-turizmin ekonomik getirisinden en fazla kazancı bölge insanının elde etmesini sağlamalı, hemen ardından da yasaları ve kuralları kimseye ayrıcalık tanımadan uygulamalıyız. Benim gözlemlediğim bu bölgede kurallara ve yasalara uymuyoruz.

Ahmet Zeki Apalı ile yaptığımız keyifli sohbet hep eğitim ve mesleki yaşam ağırlıklı yol alırken, biraz da sosyal yaşamından bahsetmesini istiyoruz. Yüzünde hafif bir gülümseme beliren Apalı, başlıyor anlatmaya:

Bizde aile bağları güçlüdür. Hiçbir zaman kopukluk olmadı. Yaz tatillerinde çalıştığım için pek gidemesem de kurban bayramları hariç, özel günlerde sürekli ailemi ziyarete giderdim memlekete. Kurban bayramlarında gitmememin nedeni ise kanlı kurban sahnelerinin ve çiğ et kokusunun beni çok rahatsız etmesi. Oraya gitmişseniz, ister istemez kurban kesme sürecinin bir parçası olursunuz. O nedenle kurban bayramlarında ben gönüllü olarak nöbetçi kalırdım çalıştığım yerlerde.


Ahmet Zeki Apalı ve arkadaşlarının çıkardığı Yatağan Dergisinin ön ve arka kapağı

ARKADAŞLARIYLA BERABER YATAĞAN DERGİSİ İSİMLİ DERGİ ÇIKARDI

Öğrencilik yıllarımda ise hep bir şeylerle uğraştım. Dergi yayın yönetmenliği yaptım bir süre mesela. ODTÜ'de okurken Yatağanlı arkadaşlarla toplanır bir şeyler yapmaya çalışırdık. Benden 'dergi çıkaralım' fikri çıkmıştı. TRT'de çalışan bir abimiz grafiker ayarladı ve biz Yatağan Dergisi isimli bir dergi yayımladık.

Derginin içeriğinde, Yatağan'da var olan ancak yavaş yavaş unutulan değerlerin kayda geçmesini hedefleyen içerikler vardı, çocuk oyunları mesela... Yatağan'ın bilindik simalarının hayatları, röportajlar, şiirler, ağızlar, mahalli oyunlar...

Bu dergicilik tecrübesi, Antalya Rehberler Odası'na seçildiğim dönemde Atlas formatında, daha üst düzey bir dergi çıkarmak için zemin sağladı. ARO Dergi adında bir dergi çıkardık ve çok başarılı olduk.

''ODTÜ'DE POLİTİK ORTAM KESKİNDİ''

ODTÜ'de okuduğumuz dönemde politik ortam çok daha keskindi ve etnik siyaset ön plana çıkmaya başlamıştı. Kampüs içi eylemler ve toplantılar olduğunda gider katılırdık. Doğulu, çok zeki bir arkadaşım vardı. Devletin oralara yatırım yapmadığından şikayet ederdi. O bölgeye eğitim ve diğer olanakların sağlanması için yapılan eylemlere destek de verirdik.


Denizli milletvekili Aycan Çakıroğlulları ile Yatağan Dergisi hakkında konuşurken

''KAFAMA SİLAH DAYADILAR''

1991 yılında Kapadokya'dan Marmaris'e gidiyorduk. Sabaha karşı Aksaray yakınlarında bir dinlenme tesisinde durduk, restoran çok kalabalık olduğu için kafetarya bölümüne geçtik. Üç kişi içeri girdi hararetli bir şekilde görevlilerle tartışmaya başladılar ve bir hengame oldu. Bir anda o üç kişiden biri geldi ve elindeki silahı kafama doğrulttu. Kafanıza silah dayanmış ve siz ne olduğunu bilmiyorsunuz. Bir anda gözümün önünden bir film şeridi geçti. Sonra bir şeyler oldu, o hengamede başından yaralanan arkadaşlarını bırakıp diğer ikisi dışarıda başıma silah dayalıyken göz ucuyla çalışır vaziyette beklediğini fark ettiğim arabaya binip kaçtılar. Sonradan öğrendik ki, PKK şehirlere yakın yerlerde saldırı yapma kararı almış. 

''HAKLI TALEPLERİ DESTEKLEDİM AMA...''

Kürt kökenli arkadaşlarımın haklı bulduğum taleplerine destek verdim ve devletin imkanı varsa özellikle eğitimle ilgili olanları ivedilikle yapması gerektiğini savundum. İnsanları etnik kökenleri, din, dil, renk farklıları ile hayatım boyunca değerlendirmedim. Doğulu arkadaşlarımın haklı bulduğum talepleri için destek olurken aynı amacı güttüğünü söyleyen terör örgütü üyeleri gelip benim kafama silah dayadı. Dolayısıyla, insanların haklı talepleri ile terörizmi birbirinden ayırmak gerekiyor. Sonraki rehberlik hayatımda, gelen turistler Kürt meselesi ile ilgili soru sorduklarında ben bu olayı anlatıyordum. Üç aylık bebeğin göğsünden kurşunlandığı fotoğrafı gösterirdim. Terörün hiçbir açıklaması olamaz, bütün dünyanın ortak  karşı tavır alması gerekir.


Yatağan'da çocukluk arkadaşıyla 1956 model BMW motosikletle eğlenirken

Askerliğinizi nerede yaptınız peki?

Ön lisans programı olduğu için kısa dönem askerlik hakkımız yoktu. Ben Anadolu Üniversitesi'nin İktisat Fakültesi Kamu Yönetimini bitirdim 1999'da. Ondan sonra askere gitmek için müracaat ettim ama tam o sırada 99 depremi oldu ve bedelli askerlik gündeme geldi. O dönemde bedelli askerlik yaptım.

Eşinizle ne zaman nerede tanıştınız?

Eşimle İzmir'de rehberlik bölümünde okurken tanıştık ve 1996 yılında evlendik. 2000 yılında bir kızımız, 2010 yılında ise bir oğlumuz oldu. Daha sonra ise ayrıldık.

Rehberlerin örgütlenmesinde ve yasal statü elde etmelerinde çalışmalarınızın olduğu biliniyor. Neler yaptığınızdan biraz bahseder misiniz?

Türkiye'de turizm hızla gelişiyordu ve rehberlerin çok ciddi sıkıntıları vardı. Biz, odaların daha etkin olacağını düşündük. İlk oda bizden çok önce İstanbul'da kurulmuştu. İzmir'de bizim öğrencilik zamanımızda hocalarımızın büyük çaba sarf ettiği bir oda daha kuruldu. Antalya'da da dernek yerine oda kurulsun ki rehberler muhatap alınsın diyerek orada da oda kurulmasına destek olduk. Ben, İzmir Rehberler Odası kaydımı Antalya Rehberler Odası (ARO) kurulması için gereken 200 rehber sayısına ulaşmak için aldırarak kurucu üyeler arasında yer aldım.


Turist Rehberleri Birliğinin ilk yayını

ARO YÖNETİMİNE SEÇİLİP, ARO DERGİ'Yİ ÇIKARDILAR

2010 yılına dek hep desteklediğimiz yönetici arkadaşlarımızın yoruldukları, odanın daha etkin olması için Ocak ayında yapılan seçimlerde dinamik bir ekiple yönetime talip olduk, takım oyunu oynayacağımızın sözünü verdik ve ARO yönetimine seçildik. Akabinde sonradan bir marka olacak ARO Dergi’yi çıkardık ve kıt imkanlarla sosyal bir tesis açtık. Seçildiğimizin altıncı ayında söz verdiğimiz dergiyi ve rehberler için buluşma noktası olacak ARO Cafe’yi ortaya çıkarmış olmanın sevincini, dergimizin ilk sayısını elimize aldığımız gün kafeteryamızın açılışı için teşrif eden dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay bizleri ayrıca onurlandırmıştı.  Dergimiz, o dönemde kuşe kağıda 120 sayfa ve 5 bin adet olarak basılıyordu. Bu dergi, rehberlik bölümü bulunan bütün okullara gönderiliyordu. Meclis'e, bakanlıklara ve diğer ilgili kurumlara da ulaştırıyorduk dergiyi. Dergimiz, rehberler adına prestijli bir çalışma oldu.
 
Aynı dönemde, rehberlikle ilgili yasa çalışması yapılıyordu ve biz o dönem ARO olarak bütün hazırlık toplantılarına katıldık diğer arkadaşlarla birlikte. Hukuki alt yapının hazırlanması sürecinde bizzat işin içerisinde bulunduk.

Nihayet 22 Haziran 2012’de Resmi Gazete’de on yılların özlemi meslek kanunu yayımlandı.



YASANIN ÇIKMASI İÇİN YOĞUN ÇABA SARF ETTİ

Bir yıllık geçiş sürecinde yeni odaların kurulması, delegelerin belirlenmesi tamamlanıp 18 Temmuz 2013’te yapılan ilk olağan genel kurulda delegeler beni başkan olarak seçti. O dönemde bakanlığın çıkardığı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla iptal edilen bir yönetmelik vardı. Çok meşakkatli bir süreç yaşandı. Bakanlıkça hazırlanan yönetmelik iptal edildi, her şey durdu. Turist Rehberleri Birliği (TUREB) tarafından hazırlanan yönetmelik için de gerek kamu gerekse TÜRSAB ile büyük mücadele verildi. Kamu, elindeki yetkiden vazgeçmek istemiyor, seyahat acenteleri de müdahil olmak istiyordu. Nihayetinde 26 Aralık 2014’te yönetmeliğimizi Resmi Gazete’de yayımlatarak asıl imzamızı atmış olduk. Meslek Yönetmeliğinin oluşmasında A'dan Z'ye çok büyük katkılarımız oldu, çok büyük emekler verdik.

Bir rehber olarak, Türkiye'de sizi en çok etkileyen yer neresi oldu?

Türkiye'de Nemrut diyebilirim. İnanılmaz etkileyici bir yer. Herkesin oraya hayatında en az bir kez gitmesi gerekir. Nemrut'tan sonra ise, çıkması biraz zordur ama Termessos. Orada tiyatroya çıkıp aşağıya kuş bakışı bakması lazım insanların. Tabi saymakla bitmeyecek çok güzel yerlerimiz var ama bunlar hemen aklıma gelenler.

''BUNLARI GÖRMEDEN YURT DIŞINA GİTMEYİN''

Türkiye dışında peki?

Ben Türkiye hayranıyım. İnsanların önce kendi ülkelerini keşfetmesi lazım. Bakıyorsunuz bayram geliyor, bir haftalık tatil var. Yok Orta Avrupa'ya, yok Balkanlar'a gidelim. Tamam gidilsin de, soruyorsunuz bu insanlara, 'siz Anadolu'yu gezdiniz mi?' gezmedik. Göbeklitepe var Urfa'da gidin orayı bir gezin. Nemrut'a, Kars'a, Van'a gidin... Bunları görmeden yurt dışına gidilmesini bir moda olarak görüyorum ben.

Ne tür tatilleri tercih ediyorsunuz?

Aslına bakılırsa benim düzenli bir tatil alışkanlığım yok. Evli olduğum dönemlerde eşimin en büyük eleştirilerinden birisi de bu konudaydı. Güneşe alerjim olduğu için deniz tatiline pek gitmiyorum. Çocuklarla arada gittiğimizde de olabildiğince şemsiye altında geçiriyorum.



''BİR OLDUK, PİR OLDUK''

Elbette insanın dinlenmeye ihtiyacı var. Ben araba kullanmayı çok seviyorum, hatta araba kullanırken müzik dinleyip kahve içerek dinleniyorum desem birçok insan gülümser buna. Rekorum bir günde 1.200 km. Kendimi bulmak, düşünmek amaçlı araba kullandığım da çok olur. Bazen çocukları alıp bir yerlere gitmek, oralarda vakit geçirmek de hoşuma gidiyor. Kendi başımayken biraz da anlık gelişen bir seyahat alışkanlığım var.

Ailenizde başka turizmci var mı?

Ailemizde benden başka turizmci yok. Biz de bir olduk pir olduk...

Bulunduğumuz pozisyonlarda bu mesleği ileri taşımak için emek verdik, vermeye devam ediyoruz. Zorluğu şu; hiç olmamış bir kurumun başına geliyorsunuz ve ekonomik anlamda hiçbir imkanınız yok. O kurumu işler hale getirip 81 ili koordine etmeye çalışıyorsunuz. Normalde yasalar çıkarken kurumlara devlet katkısı oluyormuş ama biz bunu sonradan öğrendik. Bizde hiç devlet katkısı olmadı. Rehberlerden aldığımız sembolik ücretler dışında hiç gelirimiz olmadı. Bazı zamanlar giderleri kendi cebimizden karşıladık...

''ZOR BİR İŞTİ AMA BUNU YAPTIK''

Geldiğimiz durumda hukuki olarak Barolar Birliği, Tabip Odaları, Mimar Mühendis Odaları Birliği ile aynı statüdeyiz. Yeni olmamız ve ismini zikrettiğim benzer birliklere göre üye sayımızın azlığı nedeniyle kamuoyunda istediğimiz düzeyde bilinir hale gelemedik. Üye sayımız 10 binin üzerinde, ancak gelirimiz çok düşük ama yine bu halde bile TUREB'i kamu kurumları nezdinde bilinir hale getirebildik. Yani çok kıt imkanlarla Türkiye’deki bütün ilgili kamu kurumlarının sizi bilmelerini sağlamak az buz bir iş değil. İşin meşakkatli kısmını geçmişiz aslında. Zor bir işti ve bunu yaptık.

Rehberlik dendiğinde, onların sorunlarını da konuşmak gerekiyor. Alışveriş turları, düşük ücretler, iş bulamama, kaçak... Bu sorunlar neden çözülemiyor?

Aslına bakarsanız meslek kanunumuz bu sorunların çok büyük bir kısmını düzenliyor. Sorun kanunların uygulanmamasından kaynaklanıyor.



''PROGRAM ACENTENİN AMA REHBER SUÇLANIYOR''

'Profesyonel rehber, acentenin sattığı programı harfiyen uygulamakla mükelleftir' diyor kanun. O programın içinde 'şu alışveriş merkezine gidilecek, şurada durulacak, şurada konaklanacak...' diye yazar ve rehber bunun dışında adım atamaz. Program dışı bir şey yapılacaksa da, örneğin güzergah değişecekse, acenteden izin alınır.

Bazı insanlar aldığı programdan şikayetçi olabiliyor. Aslında alırken onu görüyor. Ama burada topu bir başkasına atma alışkanlığından dolayı rehberler suçlanıyor. Bazen müşterinin aklında acentenin ismi bile kalmıyor ve rehber göz önünde bulunduğu için suçlanıyor.

''YASALAR UYGULANSIN İSTİYORUZ''

Bizim ısrarımız, eksik yasalar geliştirilsin ama mevcut olan yasalar da uygulansın. Şu anda sözleşme zorunluluğu geldi. Bu büyük bir kazanımdır. O sözleşmede tüm koşullar yazıyor. Örneğin bir gün kala turu iptal ediyor acente. Ancak rehber bir haftalık Anadolu turu için kendini ayarlamış. Tur iptal edilince rehber boşta kalıyor, bir haftası gidiyor.

Karşılıklı olarak sorunlar var. TÜRSAB’ın yeni yönetimiyle ortak bir masada oturup sorunları çözme kararı aldık. İleriki günlerde bu konu ile ilgili bir iş birliği protokolü imzalayacağız.



''REHBERLİK ÖN LİSANS PROGRAMLARI KAPATILMALI''

Peki rehberlerin niteliği konusunda ne düşünüyorsunuz. Bu konuda tartışmalar var çünkü?

Hem yasa hem de biz, rehberlerin rehberlik bölümlerinden mezun olmasını tercih ediyoruz. Peki kaç tane rehberlik bölümü var şu anda? Bizim yasamızda üniversitelerin ön lisans, lisans ve yüksek lisans programlarını bitirmek... diyor. Ancak ön lisans programları Türkiye'de çok rahatlıkla üzerinde oynanabilen programlar. Fakülte olmadıkları için birileri istihdam edilsin' diye program açılabiliyor. Siyasi kararlarla liselerden doğrudan geçiş sağlamak için programlar açılabiliyor. Şu anda ön lisans, lisans ve yüksek lisans programları olarak 48 bölüm 3 bin 200 kontenjan var. Biz bu okulların ders programlarını araştırdık. Bizim yönetmeliğimizde rehber olabilmek için asgari 16 başlık belirlenmiş durumda. Ama ön lisans programlarının derslerine baktığımızda bu derslerden sadece 3'te birinin olduğunu görüyoruz. Diğerleri rehberlikle alakasız dersler. Saç tasarımı, reklamcılık, muhasebe hocalarının verdikleri dersler bile var.

Bu nedenle biz rehberlikte ön lisans programlarının kapatılmasını istiyoruz. Teknikerlik bölümünü bitirene mühendis diploması verebilir misiniz? Türkiye gibi arkeolojik, tarihi ve kültürel değerin bu kadar zengin olduğu bir ülkede, yetersiz akademik kadroyla rehber yetiştirilemeyeceğini söylüyoruz. Oralarda, Türkiye'yi bilen rehberlerin yetişmesi mümkün değil.

''İLİMİZDE REHBER YOK DİYORLAR AMA BAKIYORSUNUZ REHBERLER İŞSİZLİKTEN BAŞKA YERLERE TAŞINMIŞ''

Konunun ciddiyetini halen kavrayamayan idareciler de yok değil. Bazen, 'ilimizde rehber yok. Vali beyin talimatıyla bir hafta, 15 günlük kursla rehber yetiştirelim' diyor yetkililer. Biz, ‘siz rehber yetiştirmeyin yasaları bir okuyun ve uygulayın. Bu bir meslek, kamunun misafirleri için elinizin altında ücretsiz çalıştırabileceğiz hazır bir rehber kitlesi olmasını isteyeceğinize, insanların bunu meslek olarak icra ettiklerini, geçimini bununla sağladıklarını göz ardı etmeyin’, “Ne zaman ilinizde rehberlerin geçimlerini temin edecek düzeyde iş olanağı çıktı hiç tereddüt etmeyiniz yeter sayıda rehber gelecektir.” diyoruz.

Bir ara Kayseri’de rehber yok, kurs açılsın diye talepler geliyordu. Araştırdık ki ilde ikamet eden 11 rehberin 8’i Nevşehir ve İstanbul’a taşınmış. Sebep ise yeterli tur olmadığı için geçimini sağlayamamaları. Kayseri'de oldukları dönemde kamunun 'misafiri, ücretsiz gezdirin' ricaları çok sık oluyormuş. Bu anlayış, 'elimizin altında belli sayıda rehber bulunsun ama yapılacak işleri de bedava yapsın' anlayışıdır. Rehberlik yasayla tanımlanmış profesyonel bir işse, bir ekonomik karşılığı var. Mahkemede davanıza arzuhalci değil avukat girer ve belli bir ücret alır.

ANTALYA-CUMHURİYET MEYDANI'NDA BİR KAÇAK REHBER...

Ahmet Zeki Apalı, kaçak rehberliğin ülke turizmine nasıl zarar verdiğine örnek olarak, Antalya'da şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor:

Rusça rehberlerin az olduğu zamanlarda, Baltık ülkelerinden gelen kimi kişiler grup başkanı gibi çalışıyordu. Bir gün Cumhuriyet Meydanı’nda bunlardan birinin turistlere ''Saat Kulesi’nin oradan yat limanına doğru giderseniz birçok dükkan göreceksiniz. Davet edip size elma çayı falan ikram ederler, güler yüz gösterirler. Ancak, içeri girer alışveriş yapmazsanız Türklerin buraya geldikleri zamanki hallerine şahit olursunuz” diye merak uyandırıp ardından tarihi çarpıtarak hem o insanları korkutup hem de belli bir yere yönlendirdiklerini dinledik. Şöyle diyordu, “Selçuklular burayı fethettiklerinde Kaleiçi denilen bu yerde ne kadar Hıristiyan ahali varsa kılıçtan geçirdiler, yat limanına dek yürüyebilirsiniz ama dükkanlara girmeyin. Alışveriş için saat kulesinin karşısındaki çarşıda şu numaralı dükkanda aradığınız her şeyi bulabilirsiniz”.  Tarihi gerçek neydi peki? 1212-14 yıllarına ait kitabelere göre Kaleiçi’nin batı tarafında Türkmenler, doğu tarafında Yahudi ve Hıristiyanların oturduğunu, bir Cuma günü Türkmen erkeklerin Cuma namazına gittikleri esnada Hıristiyanların Türkmenleri kılıçtan geçirdiğini Türk Tarihi hocası Prof. Dr. Tuncer Baykara Antalya Tarihi adlı kitabında yazmaktadır. Ayrıca, bu kişinin yönlendirdiği dükkan sahibinden 15 dolar gibi bir kazanç elde ettiğini öğrenmiştik. Bu durumda hem tarihimizi yanlış anlatıyor hem bizlere barbarlık ithamında bulunuyor, esnafı kötülüyor hem de haksız kazanç elde ederek yasa dışı yollardan sezon sonu bunu yurt dışına götürüyor.

''KAMU GEREKLİ CEZALARI UYGULAMIYOR''

Şu anda mesela Çinli turist revaçta. Kaçak rehberlik yapan bazı Uygur asıllıların Çinli grupların içindeki varlıklı insanları seçerek akşam özel program vaadiyle dışarı çıkardıkları, varlıklı Çinli turistleri soyup soğana çevirdikleri konusunda çok sık şikayetler alıyoruz. O insanların havaalanında 'bir daha Türkiye'ye gelmeyeceğiz' dediklerini Çince belgeli rehber arkadaşlarımız aktarıyor.

Bunlar kaçak rehberler elbette. Bu turları kaçak sözde rehberlerle yapan acenteleri ihbar edip kaçak rehberlik yapanlarla ilgili tutanak tutuyoruz ama kamu yaptırımları yani cezaları uygulamakta çok yeteriz kalıyor. Bir kereden bir şey olmaz mantığıyla ceza kesmeyip uyarı veriyorlar. O zaman da sistem işlemiyor. Kanunların ciddi şekilde uygulanması gerekiyor.


  21 Şubat Dünya Rehberler Günü

''YASAMIZ VAR DEYİP DİĞERLERİNE TEPEDEN BAKMADIK''

TUREB'in de imzacısı olduğu Turizm İstişare Kurulu (TİK) adında bir kurul oluşturuldu. Bu kurulun işe yarayacağını düşünüyor musunuz?

3. Turizm Şura’sında farklı farklı komisyonlarda dile getirilen noktalardan biri de, turizm temel yasası adında bir yasaya ihtiyaç olduğuydu. Turizmle alakalı toparlayıcı bir yasaya ihtiyaç var. Eski de olsa acentelerin bir yasası var. Eksikliklerine rağmen rehberlerin de yasası var. Ama kara, deniz ve havayolu taşımacılarının, yeme-içme mekanlarının, otelcilerin yasası yok. Yasal düzenleme yapılana kadar bir arada olmak gerekiyor. TÜRSAB ve biz, yasası olan iki kurum, diğerlerine tepeden bakmadık, turizmin bütün bileşenleri ile bir ekip halinde yürütülmesi gerektiğine inandık. Dolayısıyla turizm paydaşlarından herhangi birinin sorunu diğerlerini de etkilediği gibi başarıları da diğerlerine olumlu yansıyacaktır.

TİK'E SEKRETERYA GEREKİYOR

İşlerlik kazanması için bir sekreteryasının olması gerektiğini belirttik. Sayın Bakanımız Numan bey de haziranın ortasına kadar iki tane rapor sunulmasını bekliyor. Kamu destek veriyor. Onlara yol gösterici olacak bir oluşumun ortaya çıkacağını düşünüyorum ve bu defa işe yarayacak diyorum.

Ahmet Zeki Apalı'ya son iki soru daha soruyoruz? Bunlardan biri boş zamanlarında neler yaptığı diğeri ise dünyaya yeniden gelse rehber olup olmayacağı. İşte Apalı'nın yanıtları:

Şu anda boş zamanım yok desem yeridir. Gecenin yarısında bile bir rehberimizin sorunuyla uğraşabiliyorum. Çok evrak, çok dosya okuyorum. Attığımız imzaların karşılığı var. Göreviniz yasalarla tanımladığı için her şey mahkemeye taşınabiliyor. Sürekli soruşturma halindesiniz. İmza attığınız her şeye çok dikkat etmek zorundasınız. Ben bazen emin olamadığım dosyaları eve getirir orada çalışırım. Evrak ve dosya okumaktan çok bunaldığım zamanlar “çerez” diye adlandırdığım hikaye kitapları okurum.

REHBERLİK MESLEĞİ İÇİN ANADOLU EN ZENGİN COĞRAFYA

Normal zamanlarda ise arkadaşlarımla ve ailemle bir arada olmayı seven biriyim.

Bir daha dünyaya gelsem rehber olur muyum? Anadolu, rehberlik mesleği için olunabilecek en zengin coğrafyadır. Böylesine önemli bir mesleği burada hakkıyla icra edebilmek çok zor, ancak zor olduğu kadar da gurur verici. Elbette yeniden dünyaya gelsem burada rehber olmak isterdim. Belki küçük bir arzum olabilir bu konuda. Türkiye'de şartların biraz daha düzelmesini arzu ederdim. Şu anki koşullarda, çok büyük özveri ile çalışan rehberlerin hakkı yeniyor, yasalar uygulanmıyor. Yasaların uygulandığı, rehberliğin ağır meslekler sınıfına dahil edildiği, haklarının yenilmediği bir Türkiye’de rehberlik yapmayı kim istemez ki…

''TURİSTİN HER SORUNUYLA, İLAÇ SAATİYLE BİLE, REHBER İLGİLENİR''

Neden ağır meslekler sınıfı diyorum? Grubunuzda kim ne ilaç kullanıyor bilmek, yeri geldiğinde hasta olan birini sabaha kadar hastanede beklemek, varsa sorunlarını çözmek ve ertesi gün güler yüzle tekrar onların karşısına çıkmak durumundasınız. Anadolu turlarında mesai kavramı olmaksızın görevinizi yaparsınız. Başlangıç, grubunuzu karşıladığınız, bitişi ise havaalanında uğurladığınız andır.  Aradaki süre kesintisiz görev başında geçer. Bu nedenle çok ağır ve zor bir meslektir, kesinlikle sevmeniz şarttır.
 


Bu Haber 16.05.2018 - 09:37:25 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
  • Rehber 15.05.2018 - 09:24

    Çok güzel bir portre olmuş. Hazırlayanların eline sağlık. Zeki beyin yaşam hikayesi de oldukça ilginçmiş gerçekten

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.