Sümer Yığcı kimdir?

Sümer Yığcı kimdir?
Turizm Güncel’in turizm kamuoyuna armağanı Turizmde Portrelerin yeni konuğu Sümer Turizm Yönetim Kurulu Başkanı, duayen turizmci Sümer Yığcı. Yığcı, Trabzon’dan başlayıp İstanbul’a, sinemadan turizme uzanan yaşam hikayesini Turizm Güncel okurlarına anlattı.


Turizmden Portreler – Turizm Güncel

Sümer Turizm Yönetim Kurulu Başkanı ve Turizm Taşımacıları Derneği (TTDER) Onursal Başkanı Sümer Yığcı, 30 Aralık 1935 tarihinde Hadiye ve Hasan çiftinin oğlu olarak Trabzon-Akçaabat’ta dünyaya geldi. 1 kız ve 3 erkek çocuklu ailede serbest meslekle uğraşan abi vefat ediyor. Erkek kardeşi doktor kız kardeşi ise avukatlık yapıyor.

“Akçaabat Karadeniz’in en iyi limanlarından biriydi”

“Annem çok sakin ve nazik bir insandı” diyen Yığcı babasının zahirecilikle (Buğday, mısır, arpa, bulgur gibi bakliyat haricindeki tarım ürünlerinin ticareti) uğraştığını ifade ediyor.

Çocukluk yıllarında Akçaabat’ın Karadeniz’de en iyi limanlarından birine sahip olduğunu belirten Yığcı “Trabzon’dan Erzurum’a yol vardı. Erzurum’a gidecek mallar da gemilerle Trabzon’a geliyordu. Onun için Karadeniz’de Akçaabat Limanı çok sevilen bir limandı. O zaman da bu kadar büyük gemiler yoktu. Cumhuriyet, Tarı ve Aksu diye gemiler vardı. Onlar aynı zamanda yolcu taşırdı. Çoğu zaman insanlar İstanbul’a gemilerle giderdi. O da 3 gün sürerdi. Gemiler Trabzon’da yükünü indirir, Rize’ye geçer oradan da yolcusunu alır Samsun ve Ordu üzerinden İstanbul’a ulaşırdı.” diyor.

Liseyi okumak için İstanbul’a geliyor

İlk ve ortaokul eğitimini Akçaabat’ta tamamlayan Yığcı o dönem hakkında şunları söylüyor:

“Biz okula gidiyorduk. Akçaabat Merkez İlkokulu bahçe içerisinde güzel bir binaydı. Akçaabat'taki çoğu insan orada okumuştur. Bir süre sonra Akçaabat'a ortaokul yapıldı. Fakat bugünkü okullar gibi değildi. İlkokul yıllarım iyi geçti. Ortaokul yıllarımızda matematik ve İngilizce öğretmeni  konusunda sıkıntı çekiyorduk. Çünkü yoktu. Öğretmen geliyordu ama iki, üç ay durup gidiyordu. İngilizce derslerimize kaymakam, mal müdürü ya da İngilizce bilen biri geliyordu.”

1950 yılında lise eğitimi için İstanbul’a gelen Sümer Yığcı, önce Haydarpaşa Lisesine geldiğini, okulun çok iyi bir lise olmasına rağmen yatılı olması sebebiyle yapamadığını ve bir süre sonra İstiklal Lisesine geçiş yaptığını söylüyor.

Liseden mezun olmasının ardından Akçaabat'a geri dönen Yığcı, babasının zahireci dükkanında çalışmaya başlıyor.

Sol altta oturan Sümer Yığcı

Yığcı sinema sektörüne giriyor

1963 yılında sinema sektöründe çalışmak için tekrar İstanbul’a geldiğini anlatan Yığcı bu sektöre girişiyle ilgili şunları söylüyor:

Nişantaşı’nda Konak Sineması vardı. Akçaabatlı zenginlerden birine aitti. Çalışacak birine ihtiyaçları oldu. Beni babamdan istedi. Ben de kalktım 1963 senesinde İstanbul’a geri döndüm. Konak Sinemasına geldim ama sinemacılıktan hiçbir şey anlamıyorum. Fakat oraya geldikten sonra baktım ki burası öyle bir ticarethane ki; insanlar bir taraftan geliyor, gişeden biletini alıyor, filmini izleyip öbür taraftan çıkıyor. Her seansta bin kişi geliyordu, günde 5 seans yapıyorduk. Ben oraya geldim, sinemanın müdürü 2 gün sonra, müdür yardımcısı ise 15 gün sonra ayrıldı. Meğerse bunların patronlarla ihtilafları varmış. Ben orada kaldım. Sinemanın içinde çalışan personel vardı. Büfe, yer gösteren, temizlikçi. Bir de kapının dışında çalışan müdür kısmı vardı. Müdüriyet kısmında yalnız ben kaldım. Hiçbir şey bilmiyorum. Onların Antonio adında bir muhasebecisi vardı. Çok iyi bir adamdı. Çağırdı bir gün beni. ‘Sen burayı idare edebilir misin?’ dedi. Muhasebe müdürüydü ama her işi yapan bir müdürdü. Dedim ki; ‘Ben sinemacılığı bilmiyorum ama yaparım ne olacak. İnsanlar geliyor, biletini alıyor, izliyor ve gidiyor. Kapıda da personel var. Bana çok iş düşmüyor.’ O da dedi ki ‘Sana çok iş düşüyor. İdare edeceksin, parayı toplayacaksın, muhafaza edeceksin, bankaya götüreceksin. Çalışanların birbiriyle tartışmamasını sağlayacaksın. Biletlerin doğru bir şekilde kesildiğini göreceksin.’ Ben bunları hiç göremiyorum. Ben ‘Ne yapalım yapacağız’ deyince ‘Biz birini bulasıya kadar yapacaksın’ dedi. 4 sene orada çalıştım. Benden sonra genel müdür aldılar ama gelenler torpilli, belediyeden çıkma olarak geldiler. İş benim sırtımdaydı.”

Ulusoy ailesine damat oluyor

Yığcı, 1967 senesinde ise Ulusoy Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Ulusoy’un kız kardeşi Aysel hanımla evleniyor. Sümer Yığcı’nın Aysel hanımla evliliğinden iki çocuğu oluyor. Kızı Zeynep Yığcı, Caretta Kitap ve Caretta Turizm’de yöneticilik yaparken eğiti oğlu Murat Yığcı ise Sümer Seyahat’te yönetim kurulu başkan yardımcısı olarak görev yapıyor. Aysel Yığcı ise 2020 yılında hayatını kaybediyor.

Eşi Aysel hanımla nasıl tanıştı?

Sümer Yığcı, Ulusoylar ve eşi Ayla Hanımla tanışma hikayesini ise şu sözlerle anlatıyor:

“Ben sinemacıydım. Onlar çoluk çocuk benim çalıştığım sinemaya gelirlerdi. Eşim de arada bir onlarla birlikte sinemaya geliyordu ama aslında Trabzon’da yaşıyordu. Eşimi annemi görmüş ve beğenmiş. Bir gün ‘Bizim oğlana seni isteyeceğiz’ dedi ve gittiler, istediler. Öyle tanıştık evlendik. 52 sene de beraber yaşadık.”

“Kız çocuğunu daha çok seviyoruz”

Aile yaşantısında kız çocuklarına erkek çocuklardan daha çok değer verildiğini söylüyor Yığcı.

“Benim 2 çocuğum, 2 torunum var. Bizde kız kardeş bir taneydi. Babam derdi ki; ‘Oğlum kız kardeşiniz daha naziktir ona iyi bakın onu incitmeyin.’ Bu bize babadan nasihat kaldı.  Benim şimdi 2 çocuğum var Biri kız, biri erkek. Erkeğin kız çocuğu, kızın da oğlu var. Şimdi kıza bakıyorsun, bülbül gibi. Kafese koyuyorsun şen şakrak ötüyor. O öterken sesten rahatsız olmuyorsun o senin hoşuna gidiyor hatta teşvik ediyorsun biraz da ötsün diye. Oğlan çocuğunu koyuyorsun kafese, ‘kız gibi ötsün’ diyorsun, ötmüyor. Kabadayı oluyor. Onun için biz kız çocuğunu daha çok seviyoruz.  Kız torunum var. O da doktor olacak.  Geliyor, ‘Dede ben şimdi hoca bana şunu dedi de ben ona bunu dedim’ diye her şeyi anlatıyor. Oğlana soruyorsun, ‘Ne yaptın?’ diye. ‘Hiç dede’ diye cevap veriyor.  Ama sevgi eşit. Ayrım yok. Bazen onu seviyorsun bazen onu ama birleştirdiğin zaman ikisini de çok seviyorsun. Biz çok çalıştık, kendi çocuklarımızı sevemedik ama şimdi onlar hazır tam sevmelik. Onun için mücadele veriyoruz. Kız torunumun tıp fakültesinde dördüncü senesi.  Şimdi doktor olsun da bizi muayene etsin diye mücadele ediyoruz. Hayat bu yaşamaya çalışıyoruz ama seneler geçti ne anladın dersen bir şey de anlamadım.”

Turizm daha kolay geldi, 1968’de Ulusoylarla çalışmaya başladı

Ulusoy ailesinin damadı olduktan sonra turizm sektörüne giriş yapan Yığcı, başlıyor turizm macerası ile ilgili anlatmaya...

“Evlendikten sonra dediler ki, ‘Sen gel bizimle çalış, neden orada çalışıyorsun? Cemal Abimiz İstanbul’da yalnız çalışıyor, çok yoruluyor’. Bana da iş kolay geldi. Sinemayı yalnız bırakamıyorsun. Sabah 10’da sinemaya geliyorsun, gece 1-2’ye kadar duruyorsun. Bu yüzden turizm daha kolay geldi. Böylece 1968 yılında Ulusoylarla ve Cemal Ulusoy ile çalışmaya başladım. Oraya ilk girdiğimde geldiğimizde otobüsçülük sonra da turizmciliğe başladım. Ama biz fiili olarak hep otobüsçülük yaptık. O zamanlar turizm daha farklı, öyle herkesin zannettiği gibi son model arabalar yok.  Ulusoylarla beraber turizm taşımacılığı sektörüne girdik ve sektörün üzerinde yürüdüğü taşları beraberce döşedik. Ulusoy Grubu o zamanlar şehirlerarası otobüslerde çalışırken dedik ki; ‘Turizm altyapımız var turistleri de biz taşıyalım’. Bunun üzerine Cemal Beyle turizme özel arabalar yapma kararı aldık. Arabalardan 1-2 tanesi turizme özel oldu. Öncesinde otobüsler şehirlerarası seferden dönüp turist taşıyordu. Belediye otobüsü bile kullandığımız oldu. Sonra dedim ki ‘Hayır, turizm otobüsü ayrı olsun.’ Biz bu kararı aldıktan sonra da turizm taşımacılığı diye bir sektör hemen hemen yavaş yavaş oluşmaya başladı. Ulusoy Turizm Seyahat firmasını kurduk. Şimdi onlar hala devam ediyor ama biz tabi orada çalışan olduğumuz ve kardeşleri de ayrıldığı için oradan ayrılıp kendi şirketimizi kurduk. O zaman da gemilerle turist geliyordu. Turistleri sokakta buldukları otobüsler minibüslerle taksilerle gezdirmeye çıkıyorlardı. Sonra biz turizm otobüsçülüğü başlattığımız için bizden otobüs alıp gruplara Anadolu’ya yollamaya başladılar.”

“Ahize kulağımızda 10-15 dakika sinyal gelmesini beklerdik”

60’lı yıllarda turizm yapmanın zorlukları nelerdi?

“O dönemde turizmin en zorlu yönü iletişimsizlikti. Teknoloji bu kadar gelişmemişti. Masa telefonu almak için bile aylarca beklemen gerekiyordu. Araya torpil bile soksan 3-5 ay bekliyordun. O da telefonu kaldırdığın zaman sinyal vermezdi. Sinyal vermeden numarayı çeviremiyorsun da. Ahize kulağımızda 10-15 dakika sinyal gelmesini beklerdik bir de numara çevirebilmek için. Araba İstanbul’dan çıktı İzmir’e gidiyor. Hiç haberimiz yok, nereden gittiğini bile bilmiyoruz. Bir de program değişebiliyor. Yahut bir kaza oluyor yahut biri hasta oluyor falan. Otobüse ulaşmak için gideceği yerin numarasını alıyorduk. Sabahtan başlıyorduk aramaya. ‘Otobüsçümüz gelecek, gelince bizi konuşturun’ diyorduk. Akşam üzeri ancak geri telefon geliyordu bize. E o zaman yol da yok, karşıya geçmek için gemiye bineceksin. Gemiye binmek için 5 kilometrelik kuyruğa gireceksin. Bir de gemiye yetişemezsen 2 saat sonraki gemiyi bekleyeceksin. Çanakkale de aynı şekilde. Karşıya geçmek bir sürü problem. Araba bir arıza yapsa ne arıza yaptığını bile öğrenemiyorsun.”

“Hac yolunda kuma saplanan otobüsümüzü Suriyeli çıkardı”

Ulusoylar 62 senesinde hac turizmi yapmaya başlamıştı. Ben de 1969 senesinde dahil oldum. O zaman hacca kara yoluyla gidiyoruz. Yol 5-6 gün sürüyor. İhtiyar insanlar arabanın içinde. Yol yok, kumlarda giderken arabalarımız batıyor. Arabalar batınca onları çıkarmamız büyük bir problem oluyor. Arabanın içinde 40 kişi var, iniyor, arabayı itiyor. İterken bile zorluk çekiyoruz ama arabayı kumdan çıkaramıyoruz. Ama bir gün Arafat’tayız. Arabamız yine battı çıkartamıyoruz. Çalıştıkça batıyor. O sıra oradan Suriye otobüsü geçiyordu. Durdular. Başladı oradan adamın biri bağırmaya.  Arabada Arapça bilen biri vardı tercüme etti. Adam bizim halimize acımış, ‘Uğraşmayın siz onu oradan çıkartamazsınız ben onu şimdi çıkartırım.’ demiş. ‘Gelsin çıkarsın bakalım. Biz 40 kişi çıkaramadık 1 adam mı çıkaracak’ dedik. Meğerse onun usulü varmış. Arka tekerlerin arasına bir odun koyacaksın ona binen tekerlek çıkacak. Adam aldı otobüsünden bir tane odun getirdi, bizim arabanın tekerlerinin arasına koydu. Araba çalıştı ve oradan çıktı. Biz o zaman batan arabayı çıkarma yöntemini öğrendik ondan sonra 30-40 kere gittik hacca ve her gidişte arabalarımıza battığında çıkması için öyle odunlar koyduk.

“Bizden sonra bu işi yapanların hepsi iflas etti”

Biz 1982-1984 senelerinde hacca 510 tane araba ve 1200 tane personelle gidiyorduk. Çöle gidiyorsun, her taraf kum içinde. 1200 kişiyi zapt edeceksin hepsinin ipleri elinde. Otobüslerin hiçbiri arıza yapmayacak, lastiği patlamayacak, içleri her zaman soğuk olacak. Zor. Biz bunu yaptık ve bizden sonra o işi yapanların hepsi iflas etti. Ondan sonra yollar yapıldı güzelleşti ve uçaklar başladı. Uçaklar başladığında bindik uçağa 3 saat sonra indik. Şaşırdık. 6 gün süren yol birden 3 saate düştü. Ama bu sefer de sıcak çaptı. Şimdi burada hava 10 derece oraya gidiyorsun 40 derece. Uçaktan inince yüzüne 40 derecelik bir buhar çapıyor. Gittik havalimanına indik. Ne yapacağız, ne edeceğiz bilmiyoruz. Gittik caminin avlusuna caminin gölgesine sığındık. Oradaki Araplar da hac için geldiğimizi bildiği için bize öncelik verdiler ve işimizi çabuk yapmaya karar verdiler. Senelerce yaptık hac turizmini.”

Sümer Seyahat kuruluyor...

Cemal Ulusoy 1989 yılına hayatını kaybedince kendi firmasını kurma kararı alan Sümer Yığcı, işi de öğrendiği için daha hızlı yol alıyor. Yığcı, Sümer Seyahat ile ilgili anılarını paylaşıyor...

“O dönem telefon problemi de rahatlamıştı. İşi de öğrenmiştim. Turist nasıl karşılanır, nerede yatar vs. Turiste eksik hizmet vermenin doğru olmadığını öğrendik ve turizme başladık. Türkiye’ye turist daha çok geldi ve bizim hevesimiz arttı. Çünkü herkese pay düşmeye başladı. Rehber aldı, lokantacı aldı, otel aldı, taksici aldı... Turistin harcaması herkese dağıldı. Başladık mücadele vermeye ve bugüne kadar geldik. “

“Otobüs taşımacılığını ikiye ayırdık...”

Sümer Seyahat otobüs taşımacılığı yapıyor ama otobüs taşımacılığını ikiye ayırdık; hat otobüsçülüğü ve turizm otobüsçülüğü. Biz de 2 türlü hedef var. Bir kolumuz otobüsçü bizim bildiğimiz hat otobüsçülüğü, bir kısım arabalarımız orada çalışıyor. Bir kısım arabalarımız da turizm işi yapıyor. Turizm acentelerine hizmet veriyoruz, onlara otobüs sağlıyoruz.  Ayriyeten zaman zaman gruplarımız geliyor. Kimi zaman spor kulüpleri, ‘Bize araba ver’ diyor, onların işlerini yapıyoruz. Böylede gidiyoruz, her iki işi de yapıyoruz.”

“Yapılan turlar zaman içinde değişime uğradı”

Türkiye’nin 90’lı yıllarda yaptığı turizm hamlesinden Sümer Seyahat nasıl etkilendi?

“Gelişmeyle beraber biz de geliştik. İki tane otobüsümüz vardı, 1 sene sonra oldu 3 tane. Başta turist transferi, Anadolu turları gibi turiste ne lazımsa onu yapıyorduk.

O zaman klasik turlar vardı. İstanbul – Çanakkale- Kuşadası - İzmir - Pamukkale – Antalya – Kapadokya – Ankara – İstanbul diye bir tur vardı.  Bütün acenteler hemen hemen bunu yapardı sonra yarım yapmaya başladılar. İstanbul- Çanakkale – Kuşadası – İzmir – İstanbul yapmaya başladılar. Sonra Antalya çıkışlı tırlar yapmaya başladılar. Ondan sonra doğu turları başladı. Biz doğu turu yapmazdık. Nereye gideceğiz? Otel yok, bir şey yok... Doğulular gözlerini açtılar. ‘Antalya’ya bu kadar adam gidiyor bize neden gelmesin?’ diye başladılar. Sonra başladı Doğu turları. Doğu turları zamanla gelişti. PKK oldu ama yine de hiç ürkmeden vatandaş Doğu’ya gitti. Sonra Karadeniz turları başladı. Araplar Karadeniz’i sevdi çünkü Karadeniz’de deniz ve orman birleşiyor. Arapların tam da istediği şey. Çünkü  kendi ülkelerinde yeşil de yok su da. Suya aç oldukları için de otellerin içinde fıskiyeyle su akıtırlar. Her otelde su akar hemen hemen. Onlar da bunu görünce hoşlarına gitti.

“Sabahtan akşama kadar o güneşin altında yatıyor”

Türkiye turizminin yıllar içindeki gelişimine tanıklık ettiniz? Neler söylemek istersiniz?

“Turizm bacasız fabrika. Ne kömür var ne gaz var. Turist Antalya’ya gidiyor. Çocuklar küçüktü biz Antalya’da bir küçük, düzayak bir otele gidiyorduk tatil için. Turistlerin denizde nereye gittiklerini görüyorduk, oraya gidiyorduk o yüzden. Adam sabahtan kalkıyor, şezlongda oturuyordu. Biz öğle yemeğine gidiyorduk o gitmiyordu. Birini yolluyordu patates kızartması almaya. Patates yiyor ama hayır o güneşi 1 dakika bile harcamıyor. Sabahtan akşama kadar o güneşin altında yanıyor. Alacağı vitamini alıyor, rahatlıyor, geçip gidiyor. Ama bunun karşılığında akşam yemeği yiyince şarap içecek bunu bol keseden ikram etmek lazım. Yani turist böyle şeyleri merak ediyor. Türkiye’de turizm daha çok gelişmelidir. Turizmin bütün nimetlerinden istifade etmek lazım ama akıllıca.

“Turisti kandırarak değil, imkanları önüne sererek para harcatmak lazım”

Hacca gidiyorduk. Orada bizi boş un çuvallarına benzetiyorlardı. ‘Boş un çuvalına vurdukça toz çıkar.’ diyorlardı. İbadete giderken bir çocuk verdiler bize. Biz 30 yaşındayken 15 yaşındaki delikanlı getirir bize tavaf yaptırırdı. Bu neydi? Bizim cebimizdeki parayı kanuni yoldan almaktı.

Şimdi Türkiye’deki turizm de buna benzer olmalı. Turist buraya gelmeli. Turistin çok parası var ama o parayı turisti kandırarak değil bütün imkânları onun önüne sererek harcatmak lazım. Bazı acenteler geliyor, turistleri Sultanahmet’e getiriyor oradan geri uçağa gönderiyor. İstanbul, Sultanahmet değildi. Turiste çok ikram etmen lazım o büfede her türlü yemeğin çorbanın meyvenin olması lazım. Turisttin önüne çok değişik yiyecekler koyarak daha çok masraf etmeye teşvik etmek lazım. Bunu turistlerden kısıtlamamak lazım. Büfeni geniş tutmalısın. Turist geldiği zaman Türk yemeklerinin hepsini görmeli, tatmalı. Bununla da kalmıyor, güzel yapıp ikram etmek lazım. Türkiye’deki patlıcanı Türkler yese yese bitiremez ama turist geldiği için o patlıcan bitiyor, domates bitiyor, süt ürünleri bitiyor. Bunları onlara ikram edip onları daha çok masraf yapmaya helalden masraf ettirmek gerekir ve Türkiye’yi iyi tanıtmak gerekir.”

“Yurt dışından Türkiye’ye otobüs hatları açtık”

Yurt dışında da çalışmalar yaptınız. Nerelerde neler yaptınız, anlatır mısınız?

“Ulusoy zamanlarında yurt dışına gittik. Yine otobüsçülük yaptık. Belçika ile başladık. Brüksel ve Charleroi’ye gittik. Charleroi’dan kalkıp İstanbul’a kadar hat kurduk. İnsanları taşıdık, işçileri taşıdık. Sonra geldik Danimarka’ya. Sonra Berlin, İtalya ve Yunanistan’dan Türkiye’ye hat açtık. Şimdi Danimarka diyorum ama Danimarka çok zor bir ülke. Yolu çok zor. Gidiyorsun önüne deniz çıkıyor. Gemiye binip karşıya geçiyorsun. Dönüşte de aynı gemiye binip geliyorsun zor bir yol. Yunanistan’a gitmek için de limandan gemiye binmek gerekiyordu. Gemiler çok dolu olduğu için hem gidiş hem dönüşe randevu alarak biniyorduk. Yunanistan’dan İtalya’ya geçiyorduk.”

“Otobüs mü lazım? Alıyoruz. Hat mı lazım? Açıyoruz”

2 otobüsle başladık dediniz, işler sonrasında ne kadar büyüdü?

“Ne yaptığımızı biz de bilmiyoruz. Başkaları da bilmiyor bize otobüs lazım mı lazım. Otobüs kiralıyoruz. Bize otobüs lazım mı lazım otobüs alıyoruz. Bize hat lazım mı hat açmaya kalkıyoruz. Aklımızdan geçen her şeyi yapıyoruz. ‘Kaç otobüsün var?’ diye sorsalar net cevap veremem. Desem ki ‘20 tane otobüsüm var’ doğru olmaz. Bu bazen 30’a çıkar bazen 15’e düşer. Çünkü biz otobüslerin eskilerini satıp yenilerini alırız. İş çoğaldığı zaman otobüs kiralarız, iş azaldığı zaman otobüslerden vazgeçeriz. Ama bu sektörde firmanın kaç tane otobüsünün olduğunun önemi yok. Kaç otobüsle iş yapabilecek olman önemli. Burada da Sümer Seyahat şanslı. Çünkü ismimiz sektörde bilinen ve sevilen bir isim, ki bu kolay değil. Otobüs sektöründe herkes birbirinin işini alır ama biz değişik bir yöntem bulduk. Kimsenin kalbini kırmadan, kimseye zor günler yaşatmadan hem otobüsçülük hem acente tarafında iyi bir izlenim bıraktık. 1995 yılında Turizm Taşımacıları Derneğini kurduk. O günden geçtiğimiz seneye kadar derneğin başkanlığını yaptım. 3 kere başkanlığı bırakmaya çalıştım ama olmadı. Bizim sektör değişik bir sektör. Abi-kardeş ilişkisi var. ‘Sümer Abi varken biz nasıl aday olalım?’ dediler. 3 dönem üst üste başkanlık yaptım ama artık geçen sene bıraktım. Artık Turizm Taşımacıları Derneğinin onursal başkanıyım. Ama dediğim gibi kaç otobüsümüzün olduğunun önemi yok. Önemli olan yaklaşık 55 yıldır bu sektörde yer alıp her gün sektörü bir adım daha ileri götürme hayali kurabilmek.” 

Turizmde iş yaparken nelere dikkat eder, nelere öncelik verirsiniz?

Şimdi Türkiye’deki bütün şoförler beni tanır. Kabe’ye gidip yaşlıca şoförlerin birine ‘Sümer Bey ile hacca gittin mi?’ diye sorun. Sorduğunuz iki kişiden biri muhakkak benimle hacca gelmiştir. Otobüsçü budur ve böyle olmalıdır. Kimsenin kalbini kırmayacaksın. Otobüsçü şoför olarak lisan bilmeden yurt dışına çıktığı zaman kör olur, sağır olur. Derdini anlatamadığı için sinirli olur. O adamların hepsini idare edeceksin. Biz öyle mücadeleler verdik. Bu zamana kadar geldik.

Hedeflerimiz hiçbir zaman bitmez. Şimdi ben düşünüyorum. Mesela, Çanakkale’den İzmir’e gidiyoruz. ‘Acaba oradan Ayvalık’a da uğrasak mı?’ diye plan yapıyoruz. Benim 10 tane arabam olmasın da 8 tane arabam olsun diye düşünmedim hiç. Bir yandan al, bir yandan da arkadan sat.

 “Aynı kalitede devam etmek istiyoruz”

Bu zamana kadar belli bir kalitede geldik bundan sonra da bu kalitede devam etmek istiyoruz. Ne yaparsan yap kaliteli yapacaksın, insan gücünü güzel kullanacaksın, insanı suistimal etmeyeceksin, insanı hor görmeyeceksin. Şofördür, muavindir demeyeceksin. İnsandır, ona insan muamelesi yapman gerekir.  Malın çok kıymeti yok. İstanbul’un yarısı benim olsa ne yapabilirim ki? Hiçbir şey yapamam. Sabahtan gideceksin bir bardak süt içeceksin, bir parça peynir, bir dilim de ekmek yiyeceksin, bu. Onun için insanlık önemli, sevgi, saygı önemli. Şoföre şoför muamelesi yapılacak yer var, insan muamelesi yapılacak yer var. Mademki onu çalıştırıyorsun, o senin ailenden bir parça olacak. Ona kendi evladın gibi sevgi duyman lazım, saygı duyman lazım ki o da sana hizmet versin.

Sırf şoförlerimiz nedeniyle bizimle çalışan acenteler var. ‘Patron bunu yapıyor, ben ukalalık yapıyorum.’  Kendini düzeltiyor. ‘Benim de patron gibi olmam lazım’ diyor. Onun için insanlık ilk planda gelir. Acente de senin insanlığına bakar ve seninle çalışır. Acente bilir ki bu beni hiçbir zaman kazıklamayacak. Acente bilir ki bunun kestiği fatura doğrudur, hiçbir hata yoktur. Biz bunlara da dikkat ederiz.”

Boş zamanlarda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

Allah’a çok şükür çalışan bir adamın bu yaşımda bile evde oturmuyorum. Buraya geldiğim zaman bir içim ferahlıyor. Benim oğlumun da kızımın da kitapları var. Biz kitapçılık da yapıyoruz. Onların kitaplarına bakıyorum, onları sıralıyorum, kendimi oyalıyorum.

Tatilde nerelere gitmeyi seversiniz?

Kızım tatilde denize meraklıdır. Bu yüzden Bodrum’a, Antalya’ya tatile gidiyoruz genellikle.

En sevdiğiniz ve en çok gitmek istediğiniz yerler?

Avrupa’nın hemen hemen her tarafını dolaştım. Brüksel, Amsterdam, Münih ve Şarlova şehirleri. Bir de her yer de Türk görüyorsun. Türkiye’de Ege Bölgesini Aydın, Muğla ve İzmir civarlarını seviyorum. 

Kitap okumaya vakit bulabiliyor musunuz?

Eskisi gibi kitap okuyamıyorum, gözlerim yoruluyor. Ama şimdi çocuk kitapları okumaya başladım. Onlar iri yazılı basit şeyler. Onları vakit buldukça okuyorum.

Bir daha dünyaya gelseniz yine turizmci olmak ister miydiniz?

Bu mesleği seviyorum ama küçükken doktor olmak istiyordum. Bir daha dünyaya gelsem doktor olmak isterdim sanırım.



Bu Haber 19.05.2023 - 16:45:11 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.