“Bizim çocuklar!”
Çocuk kime denir? Henüz yaşça ve fiziki gelişme sürecini tamamlayamamış küçükler için kullanılan bir tanımlamadır, değil mi?
“Evet!”, dediğinizi duyar gibiyim.
Peki, gelişme süreci tamamlanmış, rüştü tüm büyükler tarafından kabul edilmiş bir insan, ruhen olamasa dahi, fiziki açıdan reşit hale geldikten sonra, tekrar çocuk statüsüne alınabilir mi?
Bir anormallik yoksa, tabii ki, alınmaz.
Peki, bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk’ün elini sıkabilmek ve yakından tanıyıp, takdir duygularını iletebilmek için sıraya giren yabancı devlet adamlarının bu günkü temsilcileri, 1950 yılından bu yana, kendi milli politikaları gereği, bu günkü Türkiye’nin devlet adamlarına, nasıl oluyor da, “Bizim çocuklar” deyip, yönlendirme yapabilme cesaretini gösterebiliyorlar?
Tabii, soruyu farklı bir açıdan değerlendirip; “Nasıl oluyor da, bizim, yeri gelince mangalda kül bırakmayan, anlı ve şanlı devlet adamlarımız, diğer devlet adamlarının bize olan bu yaklaşımını içlerine sindirebiliyorlar?” Şeklinde de sorabiliriz.
“Bizim çocuklar”, yani; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yıllar önce rüştünü kanıtlamamış mıydı? Rüştünü kutlamak için randevular alınıp, ayağına kadar gidilmemiş miydi?
Şu “Bizim çocuklar” ‘ın kronolojik gelişimine birlikte bir göz atalım;
İlk defa, 1950 yılında patlayan KORE savaşı nedeniyle, Türkiye’ye; “Haydin bizim çocuklar!” denmiş ve binlerce Km. ötemizdeki savaşa katılıp, yüzlerce vatan evladımızı şehit verip, yüzlerce gazi ile geri dönmüştük.
1960 Yılında, batının kontrolünden çıktı sanılan Türkiye’ye; “Haydin bizim çocuklar!” deyip, askeri müdahale yaptırılmıştır.
1971 Yılında, sol hareketin gelişmesinden ürken batılılar; “Haydin bizim çocuklar!” deyip, zamanın hükümetine muhtıra verdirilmiştir.
1980 Yılında, yine sol hareketin gelişmesinden rahatsız olan batılılar; “Haydin bizim çocuklar!” deyip, ikinci bir askeri müdahale yaptırılmıştır.
2001 Yılında; Türkiye’de yeşermekte olan, ABD vesayetini ret eden siyasal İslam’ın gelişmesinden rahatsız olan batılı güçler, “Haydin bizim çocuklar!” deyip, siyasal İslamcı hükümetin düşmesini sağlamışlardır.
1991 yılında SSCB’nin çöküşünden sonra, batılı güçler TSK’yı kullanmayı terk edip, kendilerinin yarattığı ılımlı İslam tezine uygun ve ABD’nin vesayetini koşulsuz kabul eden AKP’yi destekleme kararı aldılar.
AB ve ABD’nin “Bizim çocuklar” rolü artık AKP’ye verilmişti.
AKP, AB ve ABD ortak menfaatlerde hemen mutabakat kurdular ve birbirlerine kolay uyum sağladılar. Ortak rahatsızlıkları ve mutabakat kurdukları husus şu idi;
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dünya kahramanı, SEVR projesini ret edip, ülkesinin ve halkının istiklal savaşını kazanıp, 1923 Tarihinde büyük bir başarı ile bağımsız, çağdaş, laik, sosyal ve hukuk sistemi temeli üzerine Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu.
Mustafa Kemal Atatürk, batılı güçlerin boyun eğdiremeyeceği, dirayetli ve çok akıllı bir lider idi. Batılıların sömürge düzeni ile yönettikleri diğer ülke halkları için kötü bir örnek oluşturuyordu. Ülkesinde; batılıların dahi kıskandıkları eğitim, kültür, ekonomik, sanayi ve çağdaşlık devrimleri yapılmıştı.
Sömürgeci batılı güçler gibi, ülke içinde kökleşmiş olan irtica yanlısı güçler de yeni sistem ve düzenden rahatsızlık duymuşlardı.
Ne var ki, ikinci dünya savaşının çıkması, savaş sonrası toparlanma dönemi ve SSCB tehdidi nedenleri ile genç Türkiye Cumhuriyeti’nden rövanş alma projeleri bir süre için ertelenmişti.
SSCB çöktükten, komünizm tehdidi ortadan kalktıktan sonra, artık rövanş alma zamanı gelmişti. Bu ortak payda ile bir araya gelen güçler, yapacakları dönüşümleri perdeleyebilmek için, AB’ye üyelik konusunu makul ve yutulur yem olarak kullandılar.
Aslında batılıların, bir Müslüman ve Asya kökenli Türk milletini aralarına almak gibi bir fantezi düşünceleri yoktu. İşin ilginç yönü, AKP’nin de, her fırsatta Hıristiyan birliği olduğunu deklare etmekten çekinmeyen AB’ye girme gibi bir düşüncesi de yoktu.
AKP’nin, çağdaş T.C. yerine, kendi İslam görüşlerine uygun, mevcut İslam ülkelerinin bir benzerini kurmak ve dönüşüm yolunda 1923 devrimleri yanlısı, iç güçlerle rahat mücadele edebilmek için, tüm dış güçlerin desteklerine gereksinimleri vardı.
Atalarımız ne demişler? “KÖPRÜYÜ GEÇİNCEYE KADAR, AYIYA DAYI DİYECEKSİN!” Bu politika halen sürdürülmeye devam edilmektedir. Ancak, unutulan bir husus var; Batılılar, AKP’nin ucuz politikasına alet olmayacak kadar akıllılar. Kimin kime DAYI dediğini tarihi gelişmeler içinde öğreneceğiz.
Aslında, dış güçlerin AKP’yi kullanabildikleri kadar kullanıp, sonra bir yere süpürüp gidecekleri de muhakkaktır. Bu alışveriş, bir nevi siyasi ticarettir. Görünüre göre; “ALAN RAZI, SATAN RAZI” Lakin, MİLLET RAZI DEĞİL!
Ama bu alışverişte bizi küçümsediler veya bizi unuttular. Biz; Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini benimsemiş, bilinçli, sessiz çoğunluğuz.
Bizi görmezliğe gelen ve tanımak istemeyen batılı güçler, AKP’li ortaklarını kullanarak, bakın üzerimizde nasıl bir vesayet kurma çalışması gösterdiler:
“Haydin bizim çocuklar! “dendi, yasalar değiştirildi, adına AB uyum yasaları dendi.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Cumhuriyetimizin temelleri ile oynandı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Atatürk’ün resimlerinin kalkması istendi.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, bayrağımızın kutsallığı ile oynandı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Türklüğümüz rencide edildi.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Azınlıklar sorunu yaratıldı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Kıbrıs verilmeye hazırlandı ama ilginçtir, karşı taraf isteksiz davrandı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Alevi inançlı din ve ulus kardeşlerimiz, azınlık statüsüne alınmaya kalkışıldı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Kürt kökenli, ulus kardeşlerimiz açlıktan kıvranırken, işsizlikten ne yapacağını şaşırmışken, ev, yol, okul, hastane bulamazken, sorun demokrasi sorunudur diye, ayrılıkçı fikirlere ödün verildi.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, Ermenistan ile tek taraflı kardeşlik ilan edilip, kapalı kapılar açılmaya çalışıldı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, özelleştirme adı altında fabrikalarımız, bankalarımız, stratejik kurumlarımız satıldı. Henüz THY, DDY, TDY, TKY, köprüler, limanlar satışa çıkarılmak için sıra bekliyorlar.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, anayasamız, AB’nin istekleri doğrultusunda değiştirilmeye çalışıldı.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, sayıları 2.500 kişiye düşmüş olan Rum azınlığın, Ortodoks ilahiyat fakültesinin (!) bir an evvel açılması istendi.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, “Medeniyetler Arası Eşgüdüm Başkanlığı” (!) sıfatı verildi. Lakin, ortada medeniyetler adına projelenmiş, elle tutulur hiçbir şey yok.
“Haydin bizim çocuklar!” dendi, “ Büyük Ortadoğu Değişim Projesi (!) Eşgüdüm Başkanlığı” sıfatı verildi. Yalnızca kuzey Irak yönetimi ile kucaklaşıp, öpüşüldü.
“Bizim çocuklar” tam gaz gidiyorlarken, son zamanlarda işleri ters gitmeye ve topallamaya başladılar. “Milletimiz istiyor, biz yapıyoruz” siyasetine, milletimiz karşı çıkmaya ve isyan etmeye başladı.
Daha doğrusu milletimiz, AKP’nin ne olduğunu, ne yapmaya çalıştığını, ne kadar samimi devrimci olduklarını, ne kadar samimi Müslüman olduklarını görmeye ve anlamaya başladı.
Türkiye halkının ana sorunu İslami dönüşüm projesi değil, ekonomik sorunlardır, eğitim sorunudur, çağdaşlık sorunudur, işsizlik sorunudur. Kimsenin bunlardan bahsettiği yok…
Gelelim yazımın başlık konusuna:
Biz zaten reşit bir ülke iken, nasıl oldu da aniden “Bizim çocuklar” olduk?
“Bizim çocuklar” sözcüğü, samimi Müslüman, samimi milliyetçi, samimi yurtsever, aklı başında vatandaşlarımızı hiç rahatsız etmiyor mu?
Daha ne kadar süre “Bizim çocuklar” gazı ile batılılara ödünler vermeye devam edeceğiz? Şu “Bizim çocuklar” statüsünden ne zaman dışarı çıkabileceğiz?
Tarihte 16 büyük devlet kurmuş, dünyayı bir zamanlar titretmiş ve yönetmiş Türkler, bırakın Mustafa Kemal Atatürk gibi, eşine bir daha rastlanmayacak bir liderin benzerini çıkartmayı, hiç olmazsa; Bir Sarkozy, bir Merkel, bir Putin, bir Chavez, bir Ahmedinnejat kadar kişilikli, samimi milliyetçi, gaza gelmeyecek, her şeye “YES SIR!” demeyecek bir lideri, 72,5 milyon vatandaşımız arasından bir tane çıkaramayacak mıyız?
Acaba, bu günkü Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün içinde bulunduğu şartlardan daha mı kötü şartlar içindedir?
Allah aşkına, ulusça nutkumuz mu tutuldu?
İçten ve dıştan kuşatıldığımızın hala farkında değil misiniz?
K. Ünsal BARIŞ
kubaris@yahoo.com
Bu Makale 08.02.2010 - 11:59:14 tarihinde eklendi.