Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır

TurizmGüncel Turizm'den Portreler'de sektörün tarihine not düşmeye devam ediyor. Bu kez Türk turizm sektörünün en saygıdeğer ve en etkili isimlerinden biri, Timur Bayındır konuğumuz...
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır
Bir turizmcinin anatomisi: Timur Bayındır

Turizm'den Portreler / TurizmGüncel

Turizm sektörüyle, otelcilikle nasıl tanıştınız?

"Benim babam gayet sert bir adamdı. Kızdı mı pıt diye adamın ekmeğini, suyunu keserdi. Ben de Galatasaray Lisesi’nde okuyorum  zaman. İkmale kaldım diye kızdı. Kızınca da ekmeğimi kesti. Ben de tabi çalışmak zorunda kaldım. Yazın başladım çalışmaya. Yıl 1961… Biraz lisan biliyoruz. Kadıköy Rıhtım Caddesi’nde Kordon Otel diye bir otel vardı. Orada yaz tatilinde resepsiyonist olarak göreve başladım. Fransızca konuşuyorum, üç kelime İngilizce biliyorum, çat pat Almancam var. Bulunmaz İngiliz anahtarıyım o devir için yani! Orada iki yaz boyunca çalıştım. Üniversiteye geçince bir hafta gündüz, bir hafta gece gibi çalışmaya başladık."


Timur Bayındır babası Hilmi Bayındır ile

"Bir zamanlar sadece lisan bilenleri alıyorduk ön büroya. ‘Tahsili falan mühim değil, yeter ki bir dil konuşsun’ denirdi. Ben işe başladığımda çalışma saatleri 12 saatti. 8 saat çalışma, haftanın iki günü izin falan yoktu. Gece dokuzda alıp, sabah dokuzda geri veriyorduk resepsiyonu. Okul başlayınca da oteli bırakıyordum. Küçük sınıflara ders verip, harçlığımı o şekilde çıkarıyordum. Tabi okul taksitlerimi de babam ödemeye devam ediyordu. Aslında o da çok büyük bir para değildi. Çünkü devlet okulu Galatasaray Lisesi. Yatılı olduğumuz için sadece yemek parası alıyorlardı. Velhasıl, turizme böyle bulaştık."
 
Siz Fransa’ya turizm eğitimi için bursla giden ender isimlerdensiniz…

"Çalıştığım otelde bir yığın Belçikalı, Fransız müşteri vardı. Çünkü İstanbul’da o yıllarda çok otel yoktu. Hele Anadolu Yakası’nda aşağı yukarı hiç otel yoktu. Bir yığın tanışıklıklar falan oldu. Konuşmayı ilerlettik o arada insanlarla konuşa konuşa. Derken Harem Otel’in inşaatı tamamlandı. Harem Otel’i açtık. Sene 1965. Ben tecrübeli eleman olarak oraya geçtim. Ön büroya bakıyorum, kat hizmetlerine bakıyorum, her şeye bakıyorum. Otel daha yeni açılmış, sadece iki katı devrede."
 
"Aradan yaklaşık bir yıl geçti. Yine bizim Peder Bey ile birtakım sürtüşmelerimiz oldu. Ben inatçı, o inatçı tabi. Tam o arada bir imkan çıktı. Dediler ki: ‘Bir yıl bir otelde çalışmış olup, Fransızcası iyi olanlara Fransız Hükümeti turizm bursu verecek.’ Ankara’ya gittik, Fransızca imtihanına girdik, bursu kaptık. İki yıl Fransa’ya gittik. Fransa’da çeşitli yerlerde hem çalıştık hem de kursa gittik. Oradan belgemizi de aldık. Döndük, geldik."
O burs sırasında Paris, Nice, Cannes, Lyon ve Dijon’a gittim, çalıştım. Eşimin babasının otelinde eğitim alıyorduk. Vichy’de. Hatta ben orada final stajımı yaptım."


Harem Otel ilk yıllarında

Türkiye’ye döndükten sonra neler yaptınız?

"Ondan sonra Türkiye’ye döndüm. Tekrar çalışmaya başladık. Biraz muhasebede çalıştım. Orada öğrendiğimiz bir takım şeyleri burada düzenledik. Bakım sistemlerini, ön büro çalışma sistemlerini, raporlamayı, maliyet analizlerini falan yerleştirdik, çocuklara öğrettik. Derken Ön büro Müdürü olduk. Müdür olmanın zamanı geldi dedik, müdür olduk. Bugüne kadar geldik."


 
Siz aynı zamanda otelcilik sektörünün kanaat önderlerinden birisiniz. Sivil toplumcu bir yönünüz de var. TUROB hikayeniz nasıl başladı?

"O zamanlar birtakım şeyleri takip etmek çok zordu. Bugünkü gibi bir imkan yoktu. Resmi Gazete’yi bekliyorduk. Resmi Gazete gelecek, dikkatlice okuyacaksınız. Her satırını bizle alakalı bir şey var mı diye inceleyeceksiniz. Zordu. Birtakım bilgilere erişip işleri doğru yapmak meseleydi. Dolayısıyla babam Hilmi Bayındır da işverenler Sendikası olarak TUROB’un kurucuları arasındadır. O zamanlar işte sendikacılık yeni başlıyor Türkiye’de. Karşılığında da işverenler sendikası kurulması söz konusuydu. Sendika işi bitip, 1971 yılında TUROB kurulunca babamla beraber ben de gitmeye başladım oraya. Başlangıçta ona yardım ediyordum. Yazılarını yazıyordum, konuşmalarına yardım ediyordum. Sonra o bu işten sıkılmaya ve yorulmaya başladı. ‘Bizi sen temsil et’ dedi. Ben de tamam dedim. TUROB Genel Kurulu’na ben katılmaya başladım. O zamanlar aylık yemekler dediğin zaman 35 – 40 üye vardı. Bir u masa yapılırdı. Onun etrafına oturulurdu ve orada ‘Bakın yeni bir kanun çıktı. Getirisi, götürüsü şudur’, diye anlatılırdı. Bir sorunu olan otelci dersini dile getirirdi. O konuyla alakalı biri varsa o da anlatırdı. Ben tabi o arada bir yığın şey anlattım. Avrupa’da gördüklerim var çünkü."


'35 YILDIR TUROB’UN İÇİNDEYİM'

Yönetime geçişiniz nasıl oldu?

“TUROB içinde bir arkadaş grubum vardı. ‘Haydi, sen yönetim kurulu üyesi ol’ dediler. Sonra da 1985 yılında yönetim kurulu üyesi oldum. O zaman daha Konyalı Orhan Başdoğan, Sinan Babila, Yılmaz Tecmen gibi isimler vardı. Tabi biz o kadro arasında çocuk gibi kaldık ve dinlemeye başladık herkesi. Arada teknik bir konu olursa müdahale ediyorduk bildiğimiz kadarıyla. Yönetim kurulu üyeliği, derken muhasip üye, derken genel sekreter, derken başkan yardımcısı en sonunda başkanlığa kadar geldik. 2005 yılında başkan oldum. Yedi yıl olmuş. Başkanlık için çok uzun bir süre değil ama fena da değil. Toplamda ise 35 yıldır TUROB’un içindeyim.”
 

Bir TUROB hatırası...

İstikrarlı birisiniz…

"Ben biraz inatçı biriyimdir. Kolay kolay vazgeçmem. Bir hedef koyup o yolda yürüyorsam sebat ederim. TUROB’a girdim de karnım çok mu doydu? Hayır. Ama bir ideal vardı içimde. O ideali gerçekleştirmek istedim. Baktığınız zaman bugün hiç olmazsa TUROB saygın bir noktada. Sözüne güvenilir bir kurum. Çıktığımız zaman Bakan Bey ‘Timur Bey nerede?’ diyor hiç olmazsa. Bir yere girdiğimizde insanların sevgi ve saygı gösterdiği bir durumdayız. Bu çok büyük bir kazanım."

TUROB Başkanı olarak kendinizi başarılı buluyor musunuz?

"TUROB her zaman paraya sıkışık bir işletmeydi. Onu da zar zor hallettik. Çok zengin değil, milyonlar harcayamaz ama personel maaşlarını ödeyebiliyor, kirasını ödeyebiliyor. Ödememenin ne demek olduğunu da çekmeyen bilmez. Dolayısıyla iyi bir noktadayız. İyi de işler yaptık bana göre."
 


Timur Bey Harem Otel havuzbaşında


TÜROFED’DEKİ YAPILANMA NASIL ÇÖZÜLÜR?

TÜROFED ile ilişkileriniz ne durumda? İstanbullu ve Antalyalı oteller birleşecek mi?


"Sayın Bakan birleşmemizi ve benim de bu işi yapmamı istiyor. Gönlünde yatan aslan o. Direkt olarak çıkar da ‘Timur sen bu işi yap der mi?’ bilmiyorum. Ancak şu anda bir talimat vermedi. Yalnız otelcilerin birleşmesi derken sakın yanlış anlamayın. Güneyde, sahillerde, kış sporlarında yapılan otelcilik ile şehir otelciliği arasında çok büyük farklar var. Biz şehirle birlikte yaşıyoruz. Şehirde yapılan her musibet bize dokunuyor. Mesela biz TSE ile anlaşmamak için 30 yıl mücadele ettik. Onlar gidip anlaşma yapmışlar. Şimdi ne diyeyim ki ben? Türkiye’de bir anlayış var: Ben başkan olayım da ne yaparsam yapayım. Başkan kartı vereyim diye. Benim öyle hırslarım yok. Çoğu zaman yanımda kart bile olmaz."
 
Bu iş nasıl çözülür peki sizce?


"Bu işin nasıl olacağını ben biliyorum. Fazla da konuşmak istemiyorum. Çünkü herkes çıkar, kendi programı gibi sunar. TÜROFED kurulur, TÜROFED’in içinde üç tane bölüm olur: Şehir otelciliği, kıyı otelciliği, dağ otelciliği. Bunların başına gelmek üzere bu alanlarda kim ön plandaysa bunlar başkan yardımcısı yapılır. Söz hakkı verilir. ‘Bu konudaki soruları sen cevapla, talimatları sen yap’ diyeceksin bu kişilere. TÜROFED’in başındaki kişi, bütün Türkiye’nin sorunlarını çözmek için vardır. Yoksa Antalya’nın , kıyı kesiminin sorunuysa sadece sorun o iş olmaz."
 

Timur Bey çalışma odasında
'
TÜROFED’İ ASLAN GİBİ RAYINA OTURTURUM'

Tüm Türkiye’yi kucaklayacak bu başkan adayı siz olamaz mısınız?

"Çok uzun olmamak şartıyla ben TÜROFED’i aslan gibi rayına oturturum. Hiç kimsenin hiçbir şey söyleyemeyeceği hale de getiririm. Ondan sonra da kim başkan olmak istiyorsa, aslan gibi girer ‘Ben adayım’ der. 1000 otelci de toplanır, kime güveniyorsa oyunu atar. O da başkan  olarak seçilir. Biraz TÜRSAB’ın haline dönmek lazım. Yoksa Antalya’da 500 otel var o 50 oy atacak, İstanbul’da 300 otel var o 30 oy atacak, Kuşadası 30 oy atacak gibi bir sistemle yürümez bu iş. Kuşadası örneğin, sorunları kıyı otelciliğinden sorumlu başkan yardımcısına götürür. Konu başkana gelmez bile. Başka türlü olmaz. Sen benim işime bakmıyorsan. Nasıl olacak?"
 
Türkiye’deki turizm yatırımı anlayışını nasıl buluyorsunuz?

"Türkiye’de şöyle bir adet var. Elinde paran varsa etrafa bakıyorsun. ‘Vay be, tekstil ihracatı patladı’ diyorlar. Gidip paranı tekstile yatırıyorsun. Tekstilden anlamazsın ama olsun. Anlayan bir adam buluyorsun. Tekstilci oluyorsun. Bugün turizmde de böyle. Yatırımı yapan adam işletmeci değil. Eskiden otelciliği yatırımcı meslek edinirdi. Kendi işini kendi yapardı. Şimdi herkes istiyor ki ‘Ben binayı yapayım, birisi gelsin işletsin’. Sonra olmayacak yere bir otel konduruyorlar. Müşteri gelmiyor. Ya da fiyat yüksek geliyor. Sonra bakıyorlar Harem Otel kaça veriyor? 50 euro ise 50 euro diyor onlar da. Eh, ben olsam da o yeni otele gider kalırım. En azından bir kez meraktan. Türkiye’de otelciliğe bir atlamacılık var. Yatırım tabi yapılsın ama iyi bir fizibilite ile. ‘Nereye, hangi kalitede otel gerekiyor?’ diye düşünmek lazım. Sen gidip tamircilerin içine 5 yıldızlı otel yaparsan. O otel iş yapmaz. Çünkü oraya gelen adam o parayı vermez. 3 yıldız orada iş yapacaksa 3 yıldızlı otel yapmak lazım. Konu bu." 

'GÜNEY'DE YATIRIM YAPMAYI ÇOK DÜŞÜNDÜK AMA...'

Güney’de otel yatırımı yapmayı hiç düşünmediniz mi?

"Zamanında çok düşündük. Bu Güney Altyapı projesi yapılırken 1972 – 1973 yıllarında ABD’den bir uzman getirttik. Daha doğrusu bir ABD – Türkiye Yardımlaşma Kuruluşu vardı. Onlar dediler ki; ‘Biz bir uzman davet edeceğiz, ilgilenir misiniz?’ Çünkü biz de İstanbul’un büyük otellerindeniz. O zaman Sirkeci’de Hayyam var, Karşı’da Harem var, Hilton var, Divan, Pera Palas ve Park Otel var. Yelpaze buydu o dönem. Dolayısıyla biz dedik ki ‘Tabi enterese oluruz’. Adamcağız geldi. Bize ‘Neden başka yerde yatırım yapmıyorsunuz? ’dedi. Biz de dedik ki ‘Nerede yapalım?’."


1960'larda kullanılan  Harem Otel'in tanıtım görsellerinden biri

'BENİM ACENTEM DE VAR'


"Adamı aldık Antalya’ya indik. Alanya’dan Kemer’e kadar gezdik. Adam Side dedi bize. Biz de Side’den kocaman bir yer satın aldık. Denize kadar inen bir arazi. Bugünkü Barut Otel’in diğer tarafı. Olduğu gibi yamaç aşağıya kadar bizimdi. O zaman arsayı alabilmek için Peder Bey ortaklar buldu önlem olarak. 8 – 10 ortaklı bir yer oldu neticede. Büyük hisse bizde tabi ama. Şimdiki Talya Otel’e benzer bir otel projesi hazırladık. O arada bakanlık ‘Hayır’ dedi, ‘O bölge tatil köyü projesi. Ayrı ayrı evler yapacaksınız.’ Fakat bizim tabi o zamanlar ne o kadar yatırım yapacak paramız var, ne teşkilat var bunu halledebilecek. ‘Çok dağınık bir işletme olur, biz buna yapamayız’ dedik. Bakanlık da ‘O zaman izin vermem’ dedi. Biz orayı yapamadık. Polatlı Yapı Kooperatifi diye bir kooperatif aldı araziyi. Orası şimdi Polatlı Tatil Sitesi.  Bunun dışında İstanbul Yakacık’ta bir yerimiz vardı. Oraya izin verdiler. Ben de orayı pek istemedim. O devirde Harem’i dahi işletmek, müşteri bulmak çok zordu. Biz ancak yurtdışına giderek hallettik bu işi. Benim seyahat acentem de var. Ben TÜRSAB’ın da üyesiyim. Baytur Turizm adlı bir acentem var. Türkiye’deki en eski acentelerden biri hem de."
 
O zaman hemen soralım. TÜRSAB Başkanlığı düşünüyor musunuz?

"Başaran Ulusoy’a da söyledim bunu. ‘Sen aday olursan desteklerim’ dedi!  Latife yapıyoruz elbette"

80’lerde, Özal Dönemi’nde turizmcilere bedava arsa dağıtılmıştı. Siz bundan neden faydalanmadınız?

"Herkese verilen bedava arsalar maalesef bize verilmedi. İstememize rağmen, ‘Bize de bir küçük yer verin’ dememize rağmen hiç kimse hiçbir şey vermedi bize. Bu işler o zamanlar tanıdıkla yürüyordu biraz da. Biz de pek tanınmıyoruz. Peder Bey kapalı çalışmış, insan ilişkileri kuvvetli değil. Dolayısıyla biz hiçbir şey alamadık. Sonra ben de asıldım bu konuya ama ben de alamadım."


İlk Berlin fuarından bir kare
 
Otelcilikle ilgili bir uhde kaldı mı içinizde?

"Hayır kalmadı. Otelciliği hakikaten meslek olarak aldın ve yapıyorsan bir tanesi bile adamı öldürür. Üzüntüler, problemler, başına gelebilecekler açısından bir tanesi de kâfidir."
 
'ELİMİZDE KARTPOSTALLARLA TANITIM YAPARDIK'

İstanbul’da farklı yatırımlar düşünmediniz mi hiç?


"Bizim zaten iki tane otelimiz vardı. Bir de Harem Otel’in karşısına Mini Harem diye 14 odalı bir yer yaptık. ‘Kişi başı haftalık 50 dolar’ diyorduk. Ona çekici bir fiyat veriyorduk ve zaten hemen doluyordu. Geri kalanlara da ‘50 dolara oda kalmadı. Ancak şu paraya 70 – 80 dolara böyle bir imkan var’ deyip oda sattık. Bunu yaptık çünkü biz çıktık, müşteri gelmiyor! Daha arabalı vapur çalışmaları yeni bitmek üzere tabi. Eskiden Harem Otel’den taş atsanız denize düşerdi."

Harem Otel’i nasıl tanıttınız?

"Albümlerle Avrupa’ya gittik tanıtıma. Elimizde üç dosya vardı. İlk dosyada haritalar var. İlk harita ‘Türkiye Avrupa’nın neresinde?’ haritası, ikinci haritada Türkiye daha büyük, turistik bölgeler hakkında bilgiler falan var. Üçüncüsünde de İstanbul haritası. Onları açıp anlatıyorduk. İkinci dosya oteldi. ‘Odalarımız böyle, yeni yaptık, sıfır otel’ diye tanıtıyorduk. Üçüncü dosya da tur transfer ücretlerini kapsayan, Süleymaniye, Mavi Camii falan gösteren kartpostallardan ibaretti. Elimizde dosyalarla turizm yapıyorduk. Böyle bir dönemden geçtik. Adamlar en sonunda oteli görmek istediler. ‘Şeref duyarız, buyurun’ dedik. Adamlar geldiler oteli gezdiler, beğendiler. Dediler ki ‘Buraya bir yüzme havuzu yaparsanız, biz size müşteri getiririz’. Bahçe o zaman bizim üç teras halindeydi. Dozeri soktuk 1967’de bir kış günü, kazıdık bahçeyi. Havuzu da oraya aslan gibi kondurduk. ‘Tamam’ dediler."

'İLK ÖNCE UÇAĞI İNDİRDİK, UÇUŞ İZNİNİ SONRA ALDIK'

"Bizim charterlar başladı. Her hafta bir uçağım geliyordu. Nisan ayında başlıyordu. Her hafta bir caravel iniyordu bize. Tjaereborg diye bir Danimarka şirketiyle çalışıyorduk. Bu işin iniş kalkışını da biz yapıyorduk. İlk seferde babam bir haftadır Ankara’da olmasına rağmen uçuş iznini alamamıştık. Uçak Yeşilköy’e geldi havada, uçuş izni yok hala. Kule indirmiyor. Yalvarıyoruz; ben havaalanında, Peder Bey Ankara’da. ‘Baba diyorum: Uçak havaalanının üzerinde dönüyor. Ne yapacağız?’ En sonunda ‘Bugünlük izin verin. Uçağın benzini bitecek, düşecek. Biz indirelim alalım yolcuyu, o arada izni hallederiz’ diye ikna ettik. İlk uçak izinsiz indi, biz sonra hallettik. İzin arkadan geldi. O zamanlar bürokrasi de çok zordu. Telefon etmek bile zordu bu ülkede. O devirlerden bu devirlere geldik. Bu eksiklikleri görmeden şimdiki nimetleri bilip tanımanın imkanı yok."

Timur Bayındır'ın da rol aldığı 'Pusu' adlı oyundan

'İSTANBUL'DA YARIM PANSİYON KİŞİ BAŞI 9 LİRA!'
 
"O charter işimiz böylece düzene girdi. Her hafta buradaki müşteriyi yüklüyorduk, oradaki müşteriyi alıyorduk. Onlar da buradan bir hafta kalan müşteriyi Beyrut’a götürüyorlardı. İş çok güzel oturmuştu. Biz otelin borcunun büyük bir kısmını bu sayede ödeyebildik tabi. Yoksa Harem’e gelecek 3 -5 kişiyle o iş olmazdı. Orası Allah’ın dağı. Köprü yok. İn cin top oynuyor. Bir tura çıkacağız diye vilayetten özel izin alıyorduk. ‘Şu plakalı otobüsler geldiği anda vapura bindirilmeleri’ diye ki turiste bir öncelik sağlansın."
 
Oda fiyatları nasıldı o yıllarda İstanbul’da?

"Çok komik tabi. Geçen gün eski broşürlerden birini buldum. Yarım pansiyon için 9 dolar vermişiz!"
 
Peki, o zaman mı daha çok kazanıyordunuz, şimdi mi kazanıyorsunuz?

"Biz işin başında para kazandığımızı hiç anlayamadık hiç. Anlayamadık çünkü gelen parayı aynen faiz ve anapara olarak ödüyoruz. Kaç para gelirse. Ta 20’inci yılın sonunda; 200 bin lira ödememiz lazım. 200 bin lira ne demek biliyor musunuz? Öyle büyük bir para ki bulup ödemeye imkan yok. Bu sadece anapara. Bir de 35 bin gibi bir faizi var.  Bütün tanıdıklarda hatır senedi alınır, bankada kırdırılır o parayla ödeme yapılır vs. Hayatımız ödemelerle geçtiği için ne kazandık bilmiyorum. Ancak çok şükür şu anda bina bizim. Borcu harcı da yok. Bence de en güzel yerinde İstanbul’un. Bir daha böyle bir şey ele geçmez."


Bayındır çok sevdiği fotoğraf makineleriyle... 

'BABAM YATIRIMINI AVRUPA YAKASI'NDA YAPSAYDI UÇARDIK'

Siz Türkiye’de ağır basan genel, sadece paraya odaklanmış yönetici profiline pek uymuyorsunuz.

 
"Ben eğer hayatımı 5 bin TL ile geçirebiliyorsam 5 bin TL bana yeter. İşimde başarılı olayım, iyi ilişkiler kurayım  isterim. Bu benim yapım ama çok büyük para hırsım yok. Yine de babam Anadolu Yakası’nda yaptığı yatırımları kazara Avrupa Yakası’nda yapmış olsaydı uçardık herhalde. Etrafa faydalı olmak lazım bir kere. İnsanlar bana saygı duyuyor, bu bana yeter. Bugün Bakan Bey bile bana ‘ağabey’ diye sesleniyorsa bu çok büyük bir lütuftur. Ben de hiçbir zaman bunu laubalilik olarak alıp ‘Vay Ertuğrulcuğum’ demedim. Hep ‘Sayın Bakanım’ ile konuştum kendisiyle."

Ertuğrul Günay ile özel bir ilişkiniz var değil mi?

"Kendisi göreve geldikten sonra bir ilişki kurduk. Çok düzgün gitti tabi. Bizi hem biraz yontulmuş hem biraz saygılı buldu. Hiçbir şeye sahip olmadan yaşanmış bir hayatın verdiği tecrübe var çünkü. Bir şeylere sahip oldukça da çok şımarmadık. Şımaracak bir şey de yok zaten."

Ailece görüşüyor musunuz?

"Ailece de görüşüyoruz fırsat oldukça. Mesela oğlunun düğününe gittik biz davetli olarak. Eşlerimiz de fırsat buldukça görüşüyor. Rahat rahat, hiç iş konuşmadan yemek yiyoruz."

Siz pek çok bakan görmüşsünüzdür tabi…

"Geçenlerde önüme listeyi koydum, baktım. Yarısından fazlasıyla beraber çalışmışım. Kimsenin hakkını yemek istemiyorum ama birkaç tane çok iyi bakan vardı. Hakikaten turizme emek veren, yapıcı, edici insanlar. Bunlardan en büyüğü de Sayın Ertuğrul Günay. Birincisi bir şey anlatırken dinliyor. İkincisi kazık atmamışsan, yanlış bir bilgi vermemişsen kendisine seni ciddiye alıyor. Bunlar çok mühim konular."


Nikahtan sonra ilk kare
 
Gazetecilik mezunu olduğunuzu biliyoruz…


"Aslında ilk olarak İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne girdim. Fransa’ya gidince o zaman kayıt dondurmak falan gibi şeyler yok tabi, okuldan atılmışız, Fransa’dan geldik askere çağırıyorlar. Üniversite sınav zamanı da geçmiş. Bir çıkış kağıdı aldık. Başladık dolaşmaya. Nihayet o zamanki adıyla İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü ‘Seni ikinci sınıfa alabiliriz’ dedi. Hemen başladık. Dersler verildi, tek ders kaldı. Askerlik için sallanıp duruyoruz. Sonra bir kanun çıktı: ‘Yabancılarla evliler de yedek subay olabilir’ diye. O kanun çıkınca rahatladık tabi. Tek dersi verdik ama diplomayı alamıyoruz. Diplomayı alabilmek için bir yıl bir gazetede en az ayda ya da haftada bir makale yazmak gerekiyor. Bulduk bir gazete, yazdık makaleleri ve sonunda diplomamı aldım."

Ardından askerlik geliyor galiba…

"Askere gideceğiz, hanıma 'Tamam' dedim, ‘Ayrılmamıza gerek yok’. Gittik, bir yığın torpil yaptık. Piyade olacağız, Tuzla’da kalacağız diye. Hiç olmazsa kısa dönem olsun diye. Bizi topçu yapıp Polatlı’ya verdiler! Hanıma ‘Sen kalk git Fransa’ya 1,5 yıl yokum. Subay olur iyi bir yere düşersem o zaman gelirsin dedim. Trene bindik, zırlaya zırlaya Polatlı’ya gittik. Teslim olduk."


Topçu Asteğmen Timur Bayındır - Polatlı

'POLATLI’DA EŞİM DE BENİMLE ASKERLİK YAPTI'

Eşinizle nasıl tanıştınız?

"Eşim Fransa’da çalıştığım son otelin patronunun kızı. Ben Türkiye’ye dönerken o da gezmek için gelmişti. Geldi, sonra Fransa’ya gitti. Sonra tekrar geldi. Tekrar gelince biz nişanlandık. Burası Türkiye. Üstelik sene 1967. Ondan sonra evlendik. Ben askere gidince eşim Fransa’ya gitmedi. O da benimle geldi. Benimle Polatlı’da askerlik yaptı. 44 yıldır evliyiz. 1972 yılında ilk çocuğum, kızım doğdu. Aylin Aline Bayındır. Kendisi evli. Société Générale adlı bir uluslararası bankada denetleme müdürü olarak görev yapıyor. Kızımdan dört yıl sonra da oğlum doğdu; Emile Selim Bayındır. O da iyi okudu ancak migreni nedeniyle ciddi bir iş göremedi. Bizimle birlikte çalışıyor. Biz işte böyle, mutlu mesut bir aileyiz."
 
Sizce Timur Bayındır nasıl bir eş? Nasıl bir baba?

"İyi bir eş değilim. Eve az gidiyorum çünkü. ‘Ben mecburum’ diyorsun, ‘Bu akşam katılamam’ diyorsun. Herhalde eşim çok mutlu değil. Bu iki kere iki dört. Aslında ben kendimi iyi bir baba olarak görüyorum. Babamın bana yapmadığı şeyi ben çocuklarıma yapıyorum diye düşünüyorum. Tabi bu soruyu çocuklarıma sormak lazım. Herhalde onlar cevap olarak ‘Eh işte, fena değil’ derler."

Evde nasıl vakit geçirirsiniz?

"Evde çok az otururum. Evdeyken eğer televizyonda iyi bir film varsa izlerim. Yoksa kitap okurum."

Sevdiğiniz dizi var mı?

"Dizi hiç izlemem."
 
Nasıl kitaplar okursunuz?

"Kafamı çok yormayan kitapları okumayı tercih ediyorum. Eğer vaktim olsa, devamlı okuyabilsem böyle olmaz tabi."

Sıkı bir Galatasaray taraftarı mısınız?

"Galatasaray’ı severim, tutarım. Takip de ederim ama fanatik değilimdir. Kongre üyesiyim, derneğin de divan üyesiyim. Yakında kulübün de divanına gireceğim herhalde."

Sizce Ünal Aysal başarılı mı, başarısız mı?

"Bunu cevaplamak zor. Kimseyi zor durumda bırakmak istemem. Galatasaray’ın bütün başkanları iyidir. Yalnız bazısı çok hesapsız, kitapsız harcamalar yaptı. Takımı zora soktu. Ünal Aysal bunu toparladı biraz. Onun için bence fena değil."
 
Tatille aranız nasıl?

"Yılda bir hafta tatil yapıyorum. İlkokul arkadaşlarımla, erkek erkeğe mavi yolculuk. Bazı seneler hanımla hiç tatile gidemiyoruz. Bazı seneler de onunla da bir hafta tatil yapıyoruz. Yine mavi yolculuk. Orada gazete yok, televizyon yok. Telefonu da kapatıyorum. Tamamen uyku, elimde kitap, deniz yemek ve içki. Tatilim bu."

Ziyaret etmeyi en sevdiğiniz ülkeler hangileri?

"Benim dünyada en çok sevdiği yerler frankofon yerler. Çünkü o bölgelerde konuşabiliyorum. Anlaşabiliyorum, adetlerini, ne yiyeceğimi, kimlerle arkadaşlık yapacağımı biliyorum. Bir şehrin güzel olması sadece fiziksel güzellik değildir. Oradaki yaşamla güzeldir."

Müzikle aranız nasıl?

"Her türlü güzel müziği severim."
 
'AVA ÇIKARIM, MOTORA BİNERİM'

Hiç 'Emekli olayım, köşeme çekileyim' dediğiniz oluyor mu?

"Ben boş oturmaya hiç alışık değilim. Evde oturamam, beni sıkar. Bir yığın hobim var. Eskiden çok iyi maketçiydim. Çok güzel uçan uçak ve araba modelleri yapardım. Ava meraklıyım, silahlarım var. Koleksiyonerim, pul koleksiyonum var. Fotoğraf çekerim. Harley Davidson motorum var bir tane. Çıkar gezerim. Ancak her gün de yapılmaz ki bunlar. Bir iş lazım bana."
 
TUROB Genel Kurulu yaklaşıyor. Başkanlığa aday olup olmama konusunda kararınızı verdiniz mi?

"Vallahi başkanlık konusunda ne düşündüğümü bilmiyorum. Ancak yorulduğumu biliyorum. İnsan hem yoruluyor, hem de yıpranıyor. Bir yandan da içime sinmiyor çünkü TUROB’u çok iyi bir noktaya getirdim. Hakikaten bugün TUROB deyince herkes bilir, saygı duyar. Herkes bir yerlere gidiyor, biz gidince ‘Timur Ağabey nerede?’ diyorlar. Bu çok önemli."
 
"Bazı müesseseler başkanlarıyla yaşarlar. Yükselir ya da inişe geçerler. Ben halefim olduğunu düşünmüyorum. TUROB Başkanlığı için aklıma gelen bir isim de yok. İsim var da; onlar işlerini bırakıp burada Vatan – Millet -  Sakarya şeklinde çalışmazlar. Başkan olacak kişi birincisi patron olacak, ikincisi üç beş kuruş parası olacak. Burada harcadığım paraları kendime harcasaydım çok iyi olurdu. İzin alma durumu olmayacak. Ankara’dan bir telefon edildiğinde hemen ertesi sabah orada olunmalı."
 
 


Bu Haber 02.01.2013 - 21:18:41 tarihinde eklendi.
Kullanıcı Yorumları
  • DERYA ENGİN 16.06.2016 - 11:42

    Sevgili sınıf arkadaşım timur. Seni haydar paşa lisesi ikinci sınıfında tanıdım .Okulumuza seninle beraber galatasay liseli ıki arkadaşla gelmiştiniz.bitanesi osmandı , çok kibar değerli bir arkadaştı.O zamanlar okula kırmızı spor bir arabayla gelirdin .Biyoloji öğretmenimiz tenasüp hanımın adeta göz bebeyi gibiydin. Daha sonra son sınıfıda beraber tamamladık. Bense , bir yıl arkeoloji okuduktan sonra ,inşaat mühendisi oldum .yirmi beş yıl bayındırlık bakanlığında çalıştım .şimdi yetmiş yaşında emekli bir devlet memuruyum.Evli mühendis bir oğlum gelinim ,dünyalar tatlısı beş yaşında bir kız torunum var. geçmişimden hafızama çakılı kalmış sayılı insanlardan birisisin.önlenemez mesleki yükselişinle çok gurur duyuyorum.Senelerdir üsküdar selimiye mahallesi çeşmeyi kebir sokak ufuk apartmanında, sana komşu olarak ikamet etmeme rağmen , ziyaretine bir türlü gelemedim. şimdi çekmeköyde oturmaktayım.bundan sonraki yaşantında çok başarılı ,sağlıklı,ailenle bir arada geçirmeni dilerim. DERYA ENGİN

  • Sabri ÇAĞLAYAN 22.11.2012 - 09:37

    Değerli Teoman Bey, Ne Mutlu Biz Otelcilere ki Sizin gibi bir Liderimiz var.Bırakın bu yoruldum,yıprandım kelimeleri lütfen.Serde Avcılık var,avcı kolay yorulmaz,pes etmez,vaz geçmez.Avını bulur ve gereğini yapar.Siz de aynen gereğini yapınız ve bizleri BABAsız bırakmayınız lütfen.Saygı ile.

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.