Prof. Dr. Tuncay Neyişçi

Lale ile fes arasında sıkışan Türkiye turizmi

Lale ile fes arasında sıkışan Türkiye turizmi
Kültür ve Turizm Bakanı’nın talimatıyla, yeni tanıtım ve marka oluşturma stratejisi kapsamında rüştünü, yani 18. yaşını tamamlamış Türkiye logosunun değiştirilmesi çalışmaları başlatılmış. Bu, bir anlamda, kadim yap-boz stratejisine devam edileceği, 18 yıllık çabanın sıfırlanacağı anlamında da okunabilir.

Yanlış anlaşılmasın, ben ilk önerildiği günlerde “lale” logosunu eleştirmiş, ülkemizi değil Hollanda’yı çağrıştıracağını iddia etmiş ve bu konuda “Lale Ötesi” başlıklı bir yazı da kaleme almıştım (isteyenlere elektronik posta ile gönderebilirim). Henüz profesyonel turist rehberliğinden elimi çekmediğim o dönemlerde farklı ülkelerden yüzlerce turiste “lale” logosunun onlarda ne çağrıştırdığını sormuş ve hemen hepsinden, ağız birliği etmişçesine “Hollanda” yanıtını almıştım. Şaşırmamıştım da. O yazımda bunu şöyle ifade etmişim; Türkiye logosu olarak seçilen “Lale” logosunun amaçlananın tersi bir işlev gerçekleştirdiği konusundaki görüşlerimin ilgili kişi ve kurumlarca hoş karşılanmadığını biliyorum. Aslında bunlar benim kişisel görüşlerim olmaktan çok görüşlerine başvurduğum bu ülkeyi ziyarete gelen yabancı turistlerin görüşleriydi. Bu, sözü edilen logoların benden ya da daha doğru bir ifadeyle, Türklerden çok yabancı turistler için üretilmiş olmaları gereğinden yola çıkarak, pek de anlamsız bir yaklaşım olarak değerlendirilmemeli. Sonuçta öncelikli amacımız Türkiye’yi Türklere tanıtmak değil. Logo mesajını anında, ansiklopedi karıştırmayı gerekli kılmadan doğrudan verebilmelidir. Altındaki “Türkiye”, “Turkey”” yazılarını kapatarak her iki logonun hangi ülkeyi ve kenti çağrıştırdığını ilk önünüze çıkacak yabancı turistlere sorunuz. Haklı olup olmadığıma kendiniz karar veriniz. Aslında “Lale” bir simge, Türkiye’nin kendini tanıtma konusunda ne denli sığ olduğunu belgeleyen iki simge. Sahip olduğu çok zengin özgün doğal ve kültürel değere karşın, rakiplerinin de sahip olduğu benzerlikleri ön plana çıkaran tanıtım stratejilerini anlayabilmek olası değil. Tanıtım stratejileri, sizin hedef kitle beklentileri konusunda ürettiğiniz varsayımlara dayandırıldığı sürece, başarılı olamazlar. Etkili olan, hedef kitlenin sizinle ilgili değer ve taleplerini iyi irdelemek ve bu talepleri karşılayacak ürünlerin sunulmasına yönelmektir.

Aynı yazıda şöyle bir örnek de vermişim; “Türk Hamamı”, adı üzerinde, tanınan ve özgün bir değer, rakiplerimizin sunamayacağı, tıpkı “Türk Kahvesi” gibi görmezden geldiğimiz bir üründür. Türk Hamamı, ne yazık ki, geleneklerine uygun olarak geliştirilip özgün bir sağlık ve eğlence ürününe dönüştürülüp markalaştırılamamıştır. Hatırlayınız, o dönemlerde konaklama tesislerimizde Türk hamamının adı bile geçmezken sauna modaydı, simdiler de ise SPA revaçta, ülkenin adıyla anılan Türk kahvesi, son yıllarda konaklama tesisleri dışında itibar kazanırken konaklama tesislerinde henüz hakkettiği yeri bulabilmiş değil. Dikkatinizi çekerim, hem hamam ve hem de kahve turizm öncesi dönemlerimizde de tüm dünyada Türk ön eki ile birer markaydı. Yeni “Marka” stratejisi arama çalışmalarının bu, markaları yok etme becerimizi ortaya koyan arkeolojik zemin üzerinde anlaşılmaya çalışılmasında yarar var.

Lale”nin arkeolojisine gelince gerçek şu: Bir Anadolu endemiği olan lale, 16. yüzyılda Anadolu’dan Avusturya’nın başkenti Viyana üzerinden Hollanda’ya ulaşmış ve Anadolulu kadınların türbanına benzetildiği için “Tulip” (türban lafı buradan gelmektedir) adıyla oralı olarak ünlenmiş bir muhacirdir. İsim babalığını Yahya Kemal Beyatlı üstadın yaptığı Osmanlı kökenli “Lale Devri”nden (1718-1730) yaklaşık bir asır önce (1637), geliştirilmiş bir tek lale soğanının (Viceroy) yetenekli bir esnafın bir yıllık kazancının tam 10 katı fiyatla (3000 Florin) satıldığı Hollanda kökenli “Lale Çılgınlığı” devri yaşanmıştır. İşte tam da bu nedenle son milenyumun başından beri ülkemizin logosu olarak hizmet vermeye çalışan Anadolulu lale, yerli-yabancı geniş kitlelerde, ne yazık ki, Anadolu’dan çok Hollanda çağrışımı yaratmaktadır. Lale, belki de logoya konu olması nedeniyle, ancak 300 yıl sonra “En Güzel Lale İstanbul’da Yetişir” ve “İstanbul Lalesiyle Buluşuyor” sloganlarıyla başlatılan (2005) laleyi anavatanına geri getirerek onurlandırma hareketiyle anavatanına geri getirilebilmiştir. Şimdi yeniden taca mı atılacaktır?

Başlatılan hareketin, bana göre, en çarpıcı yönü Türkiye'yi rakip ülkelerden farklı ve ayrıcalıklı kılan öğelerin ön plana çıkarılması, özgün bir fikir ve çözüm önerisinin getirilmesi yoluyla tanıtılması gereğinin vurgulanmasıdır. Acaba bu farklılıkları ön plana çıkarma stratejisine çoğu yabancı dil kökenli olan turistik tesis adları, ziyaretçilerimize günaydın, merhaba, güzel, vb. bir kaç Türkçe kelime öğretebilme gibi basit konular da dahil midir? Merak ediyorum. Merak ettiğim bir başka konu da yerel insana turizmde nasıl bir konum, önem verileceğidir. Bu ülkenin en farklı ve en önemli turistik değerinin tüm üretim ve türevleriyle yerel halkın bizatihi kendisinin olduğuna, çeyrek yüzyıllık rehberlik deneyimlerime dayanarak, inanıyorum.

Rakımızı uzo, halayımızı sirtaki, bağlamamızı buzuki üzerinden tanıtmaya çalışarak, gelene welcome, gidene good bye diye seslenerek yapılan turizm ancak bu kadar olabilirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırlatmış oldukları da dahil, tüm tanıtım filim ve broşürlerini inceleyiniz, farklılıklarımızı, özgünlüklerimizi değil benzerliklerimizi ön plana çıkaran bir yaklaşımı derhal hissedeceksiniz. Güzel koylar, yelkenliler, Avrupai görünüşlü konaklama tesisleri, Kapadokya ya da Pamukkale kareleri, sema yapan dervişler, yunan ya da roma dönemi ören yerlerinden nefis fotoğraflar, birkaç cami silueti, meze tabakları vb. ve zaman zaman bunlara eklenen boynunda fotoğraf makinesi ayağında şortu ya da mayosuyla turist görüntüleri, film ya da broşürlerde görebileceğiniz temel temalar, konular, karelerdir. Bunlardan, göreli olarak az yer kaplayan, Kapadokya, Pamukkale, sema yapan dervişler gibi, sadece Anadolu’ya özgü ve bu nedenle farklı bir kaç kareyi çıkarın geri kalan görseller bu sektörde rakibimiz olan bir başka ülkenin tanıtımı için de rahatlıkla kullanılabilir.

Kuşkusuz Efes, Bergama, Aspendos antik tiyatrosu, Göcek koyları, Toros Dağları, endemik bitkiler, kelebekler vb. önemli doğal ve kültürel değerlerimizdir. Ancak, üç aşağı beş yukarı benzerleri diğer ülkelerde de vardır ve etkin bir biçimde sunulmaktadır. Avrupalı, Asyalı ya da Amerikalı turistlerin, Türkiye’ye gelmeden önce ziyaret etmiş olabileceği ülkelerde, benzeri doğal ve kültürel değerlerle tanışmış olması çok kuvvetli bir olasılıktır. Bu nedenle, tanıtım vurgusunu Yunan ya da Roma kökenli kültürel değerler yerine rakiplerimizde bulunmayan, bulmaları imkanı olmayan, ziyaretçilerimize yabancı, farklı Frig, Likya, Hitit, Urartu, Selçuklu, Bizans, Osmanlı gibi kültürel değerler üzerine kurgulamak çok daha etkili olabilir. Rakiplerimizin de sunmakta olduğu bu tür benzer koy, deniz, plaj, Efes antik kenti, endemik bitki gibi doğal ve kültürel değerlerin yerel halk ve onun kültürüne ilişkin değerlerle desteklenerek özgünleştirilmesi daha akılcı ve etkili bir yaklaşım olabilir. Kumarhane, Rus revüsü, Disneyland gibi kopya projelerin peşinde koşan yatırımcıların Bin Bir Gece Masalları, iftar sofraları ve ramazan eğlenceleri gibi özgün konuları turistik ürüne dönüştürebilecek projeler üretememeleri bu akıl tutulmasının çarpıcı örneğidir. En azından ramazan ayı süresince, başta İstanbul olmak üzere turizm merkezlerinde camilerin çağdaş mesajlar içeren ışıl ışıl mahyalarla süslenmesi yepyeni ve özgün bir turizm yaratmanın ilk adımını oluşturabilir.

Bir zaman turistleri kılıç-kalkan ekipleriyle karşılardık. Bu, turizm sektörü temsilcileri tarafından genellikle, çok yanlış bir uygulama olarak kabul edildi ve biz kılıç-kalkan oyununu kültürümüzden sildik. Yanlış olan bu oyunun ülkeye ilk kez ayak basan turistlere sunuluyor olmasıydı. Oysa yeri ve zamanı iyi seçildiğinde bu halk dansı son derecede hoş ve etkileyici bir gösteri olarak sergilenmeye devam edilebilirdi. Oysa bir zamanlar bir Başbakanımızın Yeni Zelanda’yı ziyareti sırasında sergilenen bir halk oyunu, bizim kılıç-kalkan oyunumuzdan hiç de farklı bir oyun değildi. Galiba hem görsel ve hem de işitsel niteliği yüksek “mehteran ekibi”ni de benzeri düşüncelerle turizmden uzak tutmaya çalışıyoruz. Oysa en azından Topkapı Sarayı bahçelerinden birinde belirli zamanlarda yinelenecek mehteran gösterileri çok farklı açılımlara ilham kaynağı olabilirdi. Gezdirdiğim turistlerden pek çoğunun böyle bir talebi vardı ve bu talebi karşılanan turistlerin memnuniyetinin tavan yaptığına defalarca tanık oldum.

Yeni keşfedilen Göbeklitepe’nin yapılan düzenlemelerle ziyaretçi sayısının bir milyonu bulduğunu duymaktan aldığım keyfin tersini, yarım yüzyıldır tanınan ve 9 bin yılı aşkın geçmişiyle bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan Neolitik Çatlhöyük’ün ziyaretçi sayısının 30 bini bile (giriş ücreti alınmıyor) aşamıyor olduğunu bildiğim için üzüntü olarak yaşıyorum. Rakipsiz bu değeri tüm kültürel boyutları (o dönemin yemeklerinin sunumundan, dinsel ayinlere dek uzanan) ile konaklanabilir, yaşanabilir hale getirebilecek bire bir benzerini inşa edip turizmin hizmetine sunabilmeyi düşlemek, farklı ve bir başka turizm anlayışını gerekli kılar. Bu anlayış bir yanda Topkapı Sarayı Müzesini yeniçerilerin nöbet değişim seremonileriyle yaşayan ve yaşanabilen bir Osmanlı Sarayı’na dönüştürebilmeyi olduğu kadar, Truva’da Aşil ile Hektor arasındaki düelloyu, tahta atın kente girişini yaşanabilir bir ürüne dönüştürme gibi düşlerin gerçekleştirilmesini de olası kılar. O zaman Perge stadyumunda başlatılacak nitelikli antik dönem araba yarışları, Afrodisyas stadyumuna bir başka gözle bakılmasını ve bu muhteşem stadyumda antik dönem olimpiyat oyunlarının sergilenebilmesi düşünü tetikleyebilir. Demem o ki; benzerliklerden de farklılıklar yaratılabilir, farklılıklar derinleştirilebilir. Diskoda köpük partisi kopyacılığı asırlık yağlı güreşi görsel bir spor olduğu kadar katılımcı bir eğlenceye dönüştürebilme olarak da tercüme edilebilir.

Düşlerin sonu yok. Ülkenin farklılıkları ve değerlerinin farkında ve bilincinde olarak, gerçekleştirilen her düş ülkemiz insanının ülkesini daha yakından ve derinlemesine tanımasına dolayısıyla ülkesini derinlemesine tanıtabilmesine ve giderek aranan bir destinasyona dönüşmesine olduğu kadar daha üst gelir grubundan turistlerle yeniden buluşabilmesinin de altyapısını oluşturacaktır. Sadece farklılıkları ön plana çıkarmayı düşlemek, böyle bir hedefe kilitlenmek bile az şey değildir.

Son söz;

Yaklaşık 10 sene önce kaleme aldığım “Lale Ötesi” yazımdaki logo önerimi, yanlış anlaşılma riskini göze alarak, hatırlatmak isterim.

Püskülünün uçunda küçük bir lale motifi olan fes, bildiğimiz kırmızı fes, ve altında düzgün simsiyah, Cemil İpekçi’ninkine benzer, bir palabıyık.

Gülmeyin, öz güvenli olun!

Görenlerin hepsine değilse bile %90’ına Türkiye’yi çağrıştıracaktır. Deneyin göreceksiniz. Mesele, kökü bizde olduğu halde bir başka ülkeyi çağrıştıran “lale”nin Türkiye’yi çağrıştırması için 18 yıl uğraşıp başarısız olma ile kökü başka ülkede (Mağrib) olmasına karşın Türkiye’yi adres gösteren “fes”in altında çağdaş bir kafa ve toplum olduğunu anlatabilmek cesaretini göğüsleyebilme meselesidir.

Nerede ise ulusal utanca dönüştürdüğümüz “bıyık” kolaylıkla ulusal gurura da dönüştürülebilir. Yeter ki özgüvenimiz sağlam olsun.

Not: Kitle turizmi (deniz-güneş-kum) ile bireysel (birey yada küçük gruplar halinde yapılan turizm) turizm birbirinin alternatifi değildir. Aslında kategorize ettiğimiz hiçbir turizm türü bir diğeri ya da diğerlerinin alternatifi değildir. Her turizm türü ya da turistik ürün diğerlerinin destekleyicisidir. Kitle turizmi hiçbir zaman önemini kaybetmeyecek, göreli olarak daha düşük karlılık oranlarıyla da olsa varlığını sürdürecektir. Yaratıcılığa daha açık bireysel turizm ise üst gelir gruplarının tercihi olarak, karlılık ve gelişimini devam ettirecektir. Turizmde gelir seviyesini yükseltme stratejisi ister istemez bireysel turizme ağırlık vermeyi zorunlu kılar. Kitle turizmi, bireysel turizmin bir aksesuarı olma rolünü de üstlenme durumunda kalmıştır. Yazının bu açıdan değerlendirilmesi yerinde olur.


Bu Makale 07.12.2018 - 18:58:56 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • pınar bilgen ermiş 09.01.2019 - 11:37

    Merhaba Hocam, Görüşleriniz çok değerli, çok doğru tespitleriniz var, özellikle de ürün geliştirme konusunda. Ancak fes konusunda size katılamayacağım. Bunun pek de özgüvenle ilgisi yok bence, bu algıyı yok etmek için bu kadar uğraşmışken ve çok daha naif, olumlu, sevimli simgeler bulabilecekken bence fese hiç geri dönmeyelim.

  • REMZİYE EKİCİ 11.12.2018 - 09:22

    BİR KEZ DAHA GURUR DUYDUM HOCAM SİZİNLE SAYGILARIMLA

  • 08.12.2018 - 09:47

    burada "fes"in bir metafor olduğunu bilmenizi isterim..

  • Mehmet Bıcıoğlu 08.12.2018 - 09:44

    Hocam güzel yazı olmuş ama ......

  • Kadir Iğur 08.12.2018 - 08:26

    Hadi canım sende, bir fes eksik idi.

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.