Serdar Sağlamtunç / FCSI

Yeşile batmak

Kalite ile ilgili görüşlerimi daha önce birkaç kez ifade etmiştim. Zaten pek çok seminer, toplantı veya eğitimlerde de bu konuyu sıkça açıklamaya çalışıyorum.

Eğer işinizde kaliteyi bir belge olarak görmeye başladıysanız yolunuz çok uzun ve zorludur. İşte bu gerçekle yaşamaktayız uzun yıllardır. İlk önce ISO belgeleri çıktı, neyin nesi derken baktık ki çıta çok yüksek. Ancak ilerleyen ekonomilerde bu tip çıtalar olsa da olimpiyat aşkı ile biz onları aşarız ve belgeyi ortaya koyunca zannederiz ki ürünler de ondan nasibini alacaktır. Daha sonra belge veren kurumların suyunun suyu firmalar, diğer akredite olan danışmanlık firmaları belge vermeye başladılar. Bugün işyerinde ISO belgesi olmayan kalmadı. Ne güzel değil mi? Ancak bu firmaları aradığınızda karşınıza yeterli bilgi aktarımı yapılmıyor, çoğu telesekreter ile sizi tuşlarda gezdiriyor, bilgi istediğiniz yetkili kişi olmadığı ve dosya erişimi eksik olduğundan yerine getirilmiyor, ürünler imalat usulleri ve içerdiği maddeleri kolaylıkla göstermiyor, vb bir dizi bulgular ortaya çıkıyor. Hâlbuki ISO çeşitli kademeleri ve türleri ile imalat, dağıtım, pazarlama ve insan kaynağı eğitimini en üst seviyede tanımlıyor olmasına rağmen bu eksikler neden oluşuyor? Öyle ki bu belgeyi alan firmalar kâğıt kürek işlerinden başını alamıyor. Yani bir şekilde kalite belgesi kalite sorunsalı olarak ortaya çıkmış durumdadır. Firmaların bu tip belge alma istekleri son zamanlarda birkaç bin Avroya kadar inmiş durumda. İlginç ama bu alanda da enflasyon şampiyonu olmuşuz belki farkında değiliz.  
 
Peki, nasıl bir işletim olmalıydı? Öncelikle kalite belgesi firmanın her kısmını ve çalışan herkesi kapsam içine alacak bir şekilde ele alınmalıydı. Yani firma kültürünü geliştirilerek ve hazmederek yapılacak çalışmaların daha verimli olacağı kesindir. Eğer firma yöneticileri kurumsal çalışma tarzına yatkın değilse ne kadar belge almaya gayret edilse duvardaki kâğıt parçası işlere yansımaz. Bunun bilincinde olarak firma çalışanlarını, işleyiş tarzını ve üretimleri bir uyum içinde planlarsanız kaliteye ulaşmak söz konusudur. O halde önce ortamı hazırlamak, kafaları eğitmek ve çalışanları planın bir parçası olarak görebilmek, onlara verilecek kalite eğitiminden çok daha önemlidir. Konunun önemi fazla çünkü yıllar boyu neden bir marka olamıyoruz serenadının asıl sorunsalı bu davranışlar sistematiğinde yatmakta olup konunun zayıf kısımlarının iyi izlenmesi gereklidir. 
 
Yurtdışına üretim malları ve ürün satmak sadece imalat veya üretimi ambalajlamaya ve üzerine belge damgası basmaya benzemiyor. Aradaki fasılların farkına varmak, ürünü bir sonraki sefer yine istek alacak şekilde sürdürülebilir bir model oluşturmak işin tılsımlı tarafı. Yoksa tek seferlik satışlar ve sözde döviz transferleri ekonomiye herhangi bir etki yapmamakta tersine uzun erimde zararlı etki oluşturmaktadır. Bugün ülkemizde imalat usulleri ve mühendislik hizmetleri süratle artan şekilde kan kaybetmektedir. Bunun farkına varabilmek yerine geçiştirme ile zamanı kaybetmek genel anlamda büyük sıkıntıların habercisidir. Nedense yanlış bir düşünce ortaya atılarak bu görüş beslenmekte ve sanki Türk malı ürünler dışarıda kötüleniyor gibi yaftalanmaktadır. Hâlbuki serbest piyasa ekonomisi ve küresel aktörlerin masasında küresel etki ve hesaplamaların titiz bir şekilde yapılması zorunludur. Bunun dışına çıkarak sınırlı üretimlerle övünmek mesnetsiz kalmaya mecburdur.    
 
Güncel ekonomi piyasasında mühendislik hizmetleri kullanılmadan yapılan yapılar ve imalatlar sınırı geçemez, zaten geçemiyor da. Eğer bir ülkedeki yetişmiş mühendisler işleri bulmak için çalışma değerini düşürmek zorunda kalıyorsa, projeler yetkin olmayan kişiler tarafından kotarılıyorsa, geri dönüş ve işletme hesapları projenin başında ele alınmıyorsa sonuç bugünkünden farklı olmayacaktır. Politikacının söylevi ile işler düzelmiyor, yapı ve imalatta sağlamlık ve kalite sorunu bu kadar hafife alınmadan köklü planlar yapılmalıdır. Ülkemizde teknik personel ve danışmanlık hizmeti kullanılma oranı o kadar düşük ve bu kavramlar o kadar uzak ki, iş adamı yurtdışına çıkınca sanki bunlar yeni buluşlarmış gibi hemen bu konuların üstüne atılmaktadırlar. Teknik normlar tanımlanmalı ve imalat kontrolü bağımsız yetkin kişiler tarafından yapılmalıdır. Bugün kamu alımlarında ve özel sektörün de ayak uydurmasıyla proje olmadan devam eden inşaatlar ve çözülmeyen detaylar o kadar fazla ki, geri dönüş bir o kadar olanaksız. Peki, bu kangreni oluşturan kişi ve kurumlar bunun farkında değil mi? Evet, insan yeterli bilincin olmadığını kabul etmek istiyor. Diğer durum farklı tanımlamaya gebedir.
 
Çözüm önerisi çok basit. Dünyada kabul edilen herhangi bir projede mühendislik ve danışmanlık işleri hizmet oranı olan %12-15 arası bedeli bu hizmetlere harcamak ve geriye kalan %88-85 i sağlam ve dayanıklı yapmak. Diğer taraftan, uzmanlık alanlarını teşvik ederek yapıdaki her türlü detayın çözümü için teknik kadronun gelişmesinin temin etmek ve yeni mezunların teknik dışındaki işlere girmesini engelleyici tedbirleri almak. Teknik üniversitelerden mezun olan binlerce meslektaşımız yeterli işleri bularak ve buralarda çalışarak gelişime katkı sağlayacaklardır. Böylece bir evi yetkin mimar, mühendis ve ara teknisyen kadroları yapacak, her türlü sorumluluğu taşıyarak sağlam binalar ve çalışan güvenli tesisatlar ortaya çıkartacaklardır. Yine güncel bir sıkıntı olarak sadece binaya kusur bulunulsa bile tesisatlardan dolayı çalışmayan veya tekrar büyük masraflarla yapılan işler kayıt altındadır. Tesisat uygunsuzluğu nedeniyle boşa sarf edilen enerji kayıpları ilginç bir istatistik konusudur. Dolayısıyla zaten teknik alanında iyileşme ve gelişim tekil değil topyekûn olur.             
 
Binalardaki mimari ve inşaat usulleri nedeniyle ortaya çıkan aksaklıklar ve sorunlara tesisat kayıpları da eklendiğinde bugün tartışması yapılan enerji darboğazının daha iyi irdelemesi şansı ortaya çıkar. Şimdi bunları düzeltmeden yeni akım olan yeşil binalara nasıl bakmalıyız? Aslında sistemle aynı ruhta yapıları ve kavramları gerçekleştirmek için kurguyu alışkanlıklar ve imalat usullerine uygun hale getirmek gereklidir. Burada dikkat çekilmek istenen, çevre bilincinden yoksun olan alışkanlıklar zincirinin projelerinde eksiklikler olacağıdır. Enerji geri dönüşümünü kendi habitatında kullanmayan, atıkları çevrime göre uzaklaştırmayan, su ve havayı kirletmemek için tedbir almayan alışkanlıklara sahip kişiler yeşil proje yapabilir mi? Çünkü yakın zamanda içimiz dışımız yelişe bulanacaktır. Bundan kaçış yoktur. Ama projenin oluşumunda bu tedbirler alınmadan yapılan tüm çalışmalar sadece büyük bir tebessümden ibaret kalacaktır. 
 
Diğer önemli bir konu ise, ülkemizdeki sanayi ürünlerinin Avrupa ve ABD ye satılması ve oralarda Pazar bulmaları konusudur. Bu tamamen içerideki alışkanlıklar ve ürünlerin irdelemesi ile sentez yapılırsa bir şeyler elde edilebilir. Yani, yurt içi mallar hedeflenen pazarlara uygun kalite ve standartta üretilerek satışa konursa ancak o zamandan sonra yurt dışı satışların şansı olabilir. Mevcut durumda sanayisi ileri ülkelerin imalat standartları ve yöntemleri gelişmekte olan ülkelerden çok ileridedir. Eğer böyle olmasa neden yabancı markalar yüksek fiyatlarına rağmen Pazar payı buluyor diye kısaca düşünmek yeterli olacaktır. Garip ancak bu şart ülkemizdeki yabancı oteller ve restoranlar için bile geçerlidir. O halde biraz daha ayakları yere basan tartışmalar yaparak işin özüne inmek gereklidir. Çünkü yıllardır lafla bir şey oluşmadığını artık anlamak gereklidir. Öyleyse yabancıların ileri sanayi ürünlerinin nasıl oluştuğunu iyi irdelemek şartı vardır. Çoğunlukla göz ardı edilen ancak imalat yapan fabrikaların farkında olmadan uyguladıkları üst düzey yöntemleri hayata geçirmek bile belli başına büyük çalışmalar gerektirir. Eğer bugünden bu çalışmalara başlanabilinse sonuçlarını 10-15 yıl sonra almak olasıdır. Bu tarz sanayi ve mühendislik işbirliği mutlaka geliştirilmeli, mal satılmasa bile en azından imalat usulleri yanında kaliteli ürünlerin ortaya çıkması bile kazanç olacaktır. 
 
Sanayi hamlesi adı altında değişik zamanlarda ortaya atılan fikirler ve uygulamalar artık bir kenara bırakılmalı ve işin özüne girilmelidir. Bunun da yolu tüm mühendislik kabiliyetini sahaya sürmek olmalıdır. Hâlbuki bugün yapılanın bunun tam da tersi olduğu getirilen yasa teklifleriyle ortadadır. Yetkin mühendisler, mimarlar ve teknisyenler iş yapma potansiyellerini koruyacak yasalara kavuşma ve uygulamalarda tekniğin her alanda kullanılması yolunun açılması gereklidir. Bu nedenle mühendislik ve mimarlık odaları güncel olarak uygulamaya alınmak istenenin aksine daha güçlü yapıya kavuşmalı ve teknik olanaklar geliştirilmelidir. Teknik gelişmeden sanayi gelişmez, inşaat ve imalatlar hiç gelişmez. Bunun bilincinde olarak gelecek on yılları kazanacak planlamaları şimdiden yaparak uygulamaya koymak gereklidir. Ne dersiniz?
 

Bu Makale 18.06.2013 - 11:02:38 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
Henüz yorum yapılmadı.
En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.