Emir Hepoğlu

Hatıralarımın kahyası mısın be adam?

Bazı şarkıları hatıralarımız ile özdeşleştirmek, yaşamımızın o dönemine ait sanal klasörlerin içine saklamak çoğumuzun yaptığı doğal bir hareketten ibarettir.

FİRUZE

Firuze de benim için bir dönemi temsil eden önemli şarkılardan.‘’Rahmetli Aysel yazdı, Sezen okudu, Tarkan ise diriltti şarkıyı’’ ah FİRUZE ah. 1982 yılında Kervan Plakçılık etiketiyle yayınlanan albüm Sezen AKSU’nun beşinci stüdyo albümü olmakla beraber bu güzel şarkıya ne yazık ki hiç klip çekilmedi. Yoğun duygusallık içeren parçanın sözlerini, Aysel Gürel’in kızı Müjde AR için kaleme aldığı Soner YALÇIN ve Cüneyt ÖZDEMİR tarafından iddia edilmekte. Ancak her kim için yazdıysa yazsın sevgili Aysel, hepimizin hatıralarına bir Firuze resmi kaydettirecek kadar etkili oldu.
 
80’li yılların hayatımdaki yeri ve etkisi çok büyük. Çoğu zaman yazılarımın satır aralarında değinmeden edemiyorum. Dile kolay dünya, ülkem ve ben külliyen bir değişim içerisindeydik. Siyaset, politika, ekonomi üçgenindeki gelişmeler duvarların yıkılmasına, sınırların değişmesine bizimde memleket olarak dünyaya açılmamıza vesile olmuştu. Zaten bir açıldık pir açıldık, bundan böyle kapatabilene aşk olsun.
 
Helikopter ile ve mahiyetindekilerin eşliğinde güney sahillerimizi dolaşan ve aldığı brifingler sonucunda turizm hamlesini başlatan dönemin başbakanı ÖZAL Türkiye’nin güzelliklerini dünya ile paylaşmamız gerektiğini söyleyerek döviz girdisinin ülke ekonomisine olacak katkısını bizzat televizyonda haftalık olarak biz halkı ile paylaşıyordu. Rahmetli, yatırımcıyı ve bizleri fazlası ile ikna etmiş olacak ki yıl 2013 ve nerede ise güney sahillerinde yatırım yapacak arazi kalmadı !. Elbirliği ile oluşturduğumuz ve gurur duyduğumuz beton duvarların sayesinde milyonlarca konuk ağırlıyor ve milyar dolar para kazanıyoruz, ve elbette yüz binler de bu sayede eve ekmek götürebiliyor.
 
1988 yılında İstanbul’da bazı otellerde yaşadığım birkaç küçük staj deneyiminin ardından, asıl büyük tecrübeyi bu küçük bedene kazandırmak amacı ile 16 ocak 1989’da Antalya’ya Dedeman otelinin açılışı vesilesi ile gelmiş bulundum. Geliş o geliş bir daha asla kimse beni geri döndüremedi. Zira o zaman bile kalabalığından ve kirliliğinden şikayet ettiğim İstanbul’dan güneye kaçmak oldukça cazip gelmişti. Aradan 24 yıl geçti ve İstanbul’un nüfusu ve kirliliği kat be kat artarak daha da yaşanılmaz hale geldi. Elbette bu romantik yaşlı kadın tüm müdahalelerimize karşın her daim güzel ve alımlı kalmayı becerdi, ancak biz üzerinde yaşayan küçük ve sevimli parazitler bu hoş kadına hiç mi hiç iyi davranmadık ve pervasızca devam ediyoruz yaramazlıklarımıza.

 
YAŞLANIYORUM SANIRIM!
 
İnsan yaşlandıkça hatıralarına daha bir sarılıyormuş onu öğrendim. Uyardılar zaten bazı dostlar dikkat bu yaptıkların yaşlılık belirtileri diye. Gülüp geçmedik bizde, dikkatle dinledik ve hak verdik elbet. Ancak yaşlanmak geçmişle hesaplaşmak, hatıraların zihninde tekrar canlanmasını sağlamak, yaşadığın iyi ve güzel ve hatta acı olayları tekrar hissetmek anlamına geliyorsa ben varım, ben yaşlanıyorum ve bundan ziyadesi ile mutluyum.
 
Eğer ben yaşlanmasaydım, yani bir geçmişim olmasaydı;
 
İstanbul’dan kalkıp Antalya’ya gelmeseydim, tanımaktan gurur duyduğum onca dostu hiç bilmeseydim, turizmi ve otelciliği bana sevdiren ve meslek edinmemi sağlayan eli öpülesi o kadar değerli insanla çalışmasaydım, birçok şehir, tesis, ülke ve destinasyonda çalışıp onca tecrübe kazanmasaydım, yani yaşamasaydım, yaşlanmasaydım, ben ben olabilir miydim ?.
 
Hiç şüphesiz ki turizm yaşamımın başlangıç noktası Antalya Dedeman otelinin şantiyesidir. Nişantaşı’nın züppelerinden olmasam da belli bir şımarıklık kapasitesine sahip olan bendeniz, kimlerinin ifadesine göre ‘’fırlama çocuk’’, ilk otel açılışı ve ilk şantiye deneyimine başlarken eline tutuşturulan siyah işçi tulumu ve lastik botları gördüğünde İstanbul’a ilk otobüs kaçta acaba diye düşünen çoğunluğun arasında hiç olmadım. Yılmadan, kaytarmadan, zorlukların ve suni kaprislerin üstesinden gelerek alnımızın akı, ve sırtımızın teri ile dönemin en havalı ve kendinden en çok söz ettiren otelini açtık. Asansör kullanmadan, 9 kat merdivenlerden halı, komedin, minibar, kanepe ve muhtelif mobilyayı 482 odaya gıkımızı çıkarmadan serpiştirdik.
 
Rahmetli peder İstanbul Karaköy Perşembe pazarının eski esnaflarındandı ve çok değerli bir sözü vardı ki muhtemelen ona da ustası söylemişti,‘’Evladım meslek dediğin iki yolla insana bulaşır, biri ter, diğeri kan, sırtın terlemeden, ellerin kanayıp nasırlaşmadan usta olamazsın ! ’’.  Pek tabiî ki nasırlı elleri olan bir turizmci makbul sayılmayabilir, ama ter kısmında ki sınavı fazlası ile verdik çok şükür.
 
TER, SINAV VE ÖĞRENMEK DEMİŞKEN…
 
Dostluğu, paylaşmayı, kenetlenmeyi, dansa-diskoya-yemeğe-içmeye topluca gitmeyi, derdi, sorunu olanın yardımına koşmayı, Windows 3.0 kullanmayı, fax çekmeyi, telex denilen cihazın varlığını, fotokopi makinesi ile akraba olmayı, katlara temiz ve kirli linen taşımayı, bellboy arkadaşlara yardım etmeyi, yönetim ofislerine memorandum dağıtmayı, order taker dedikleri işin ne menem bir uğraş olduğunu, kazan dairesinde ya da otelin çatısında manzara eşliğinde kahvaltı yapmayı ve bunun ne kadar keyifli bir çılgınlık olduğunu, mutfaktan taze çıkmış çıtır baklavaları mideye indirirken rahmetli Mustafa ustaya yakalanmayı, kulağını çekse bile bunu saygıyla karşılamayı, kızmamayı, gücenmemeyi, tepegöz kullanmayı, bahşiş almanın verdiği büyük keyfi, vestiyerlik yaparak arsa alınabileceğini, hata yapmayı ve bunlardan ders çıkartabilmeyi, çalışma arkadaşına aşık olmayı, hızlı ve zımba gibi yatak yapmayı, overlok çekmeyi, düğme dikmeyi, terzihanede üniforma dağıtmayı, ütü yapmayı, perde takmayı, tenis oynamayı, asansörde yalnız kaldığın ünlü yıldızı sırf fırlamalık olsun diye tanımazdan gelmeyi, Dr. Alban ve Hello Africa’yı, Talya otelinin meşhur diskosunda aynalara bakarak figür çalışmayı, günde en fazla iki saat uykuyla bütün hafta koşturabilmeyi, rapor doldurmayı, fidelio kullanmayı, rıza restorantı, gözlemeci ayşe bacıyı, cece barı, iyiyi-kötüyü-haini-ukalayı ayırabilmeyi, onca ünlünün, bürokrat ve siyasi’nin kirli çamaşırlarının neden otel duvarları arasında saklı kalması gerektiğini, kimi büyüklere yaklaştıkça küçüldüklerini, hatta ne kadar zayıf olduklarını ve daha soluksuz sayabileceğim binlerce şeyi öğrendiğim yegane okuldur ANTALYA DEDEMAN OTELİ.
 
Ve bendeniz geçen onca yılın, çalıştığım onlarca tesisin ardından sorulduğunda hala gururla ‘’DEDEMANCIYIM’’ diyebiliyorsam bu binanın bende bıraktığı izler ve etkiler oldukça derin demektir.
 
Diyeceğim o ki 1989 da en sevdiğim parça ROXETTE’den Listen To Your Heart, Evim olarak bellediğim yer ise Antalya Dedeman oteli, Annem Fatma hanım, teyzem Mabet hanım, babam Kaya bey, Amcam İlker bey kardeşlerim, Kayhan, Erol, Ali, Sabri, Remzi, Timur, Fikri, Gökhan, Zeynep, Zuhal, Eylem, Nur ve daha birçoklarıydı.  Bu durum geçen onca yıla rağmen asla değişmedi. Yakında yeni bir ad ve konsept ile baştan yaratılmak üzere kapanacak olan eski yuvamızı açtığımız gibi kapatmak en büyük dileğimiz ve birazcık da hakkımız olsa gerek.
 
Ha birde bu nazik konuya istinaden kibarca yaptığımız kapanış organizasyonu talebimize karşılık sorulan ‘’siz kimi temsil ediyorsunuz’’ kelamına ‘’Hatıralarımı temsil ediyorum, Hatıralarımın kahyası’mısın be adam’’ demek farz oldu bana.

Bu Makale 12.11.2013 - 11:24:19 tarihinde eklendi.


Kullanıcı Yorumları
  • MGencer 09.11.2013 - 12:12

    Neden sordular ki, bir marka için bundan daha güzel bir veda olabilir mi? Eger personl mutluysa gerisi kolay..)

  • Nevin Kalafatoğlu 02.11.2013 - 07:59

    Bazen bir şarkı yazdırır bazen yaşanmışlıklar... Harika yazmışsın Emirciğim... Ya anılarımız olmasaydı ne yazacaktık. Yaşlanıyorsun evet Hatıralar demenen belli :) Parmaklarına sağlık. (Artık böyle demek lazım Kalem out oldu.)

  • Nadir Cam 29.10.2013 - 01:05

    Supersin Emircim, binlerce kisinin duygularina tercüman olmuşsun. Sevgiler

En Çok Okunanlar
Bunları Okudunuz Mu?
Yazarlar
Tüm Yazarlar
GÜNCEL HABERLER
SEKTÖREL HABERLER

Turizm gündemine ilişkin haberlerin her gün mail adresinize gelmesi için abone olun.